Saturday, March 21, 2015

Antep 2015

=== === === === ===


Khatchig Mouradian'ın antep panelinde yaptığı, dinlerkeni bırakın, şimdi tercüme ederken bile gözlerimi dolduran konuşmasını paylaşmak istedim:
"size bir öykü anlatmak istiyorum.
bir ermeni kadını olan siphora 1800’lü yılların sonundan 1922’ye kadar antep’te ebe olarak çalışıyormuş. 1890’dan başlayarak doğurttuğu bebekler hakkında notlar içeren bir defter tutmuş. bu şehri terk ettiği güne kadar 4274 çocuğun doğumuna yardımcı olmuş.
dört bin iki yüz yetmiş dört; dile kolay…
siphora’nın kız kardeşi nuritsa da 1905’de, burada, ebelik yapmaya başlamış. o da ayrıntılı bir defter tutmuş.
başlarda, yardımcı oldukları ailelerin çoğu şehirdeki ermenilermiş. siphora’nın defterindeki notlar, rapael’in karısı zaruhie’nin bebekleri (ocak 1892, ardından mart 1893), ‘küçük’ nerses’in kızı nizipli ovsanna (ekim 1895), 'eyerci' avak’ın bebeği (mart 1897), 'pilavcı' nerses’in bebeği (nisan 1897), 'deli' güllü’nün bebeği (şubat 1898), 'marangoz' minas’ın gelini hanım’ın bebeği (haziran 1899), 'kuyumcu' harutyun’un bebeği (ekim 1899) diye gidiyor; başka yüzlerce antepli ermeni var defterde.
sonra… 1915’in ardından defterde çok daha az ermeni’yle karşılaşıyoruz.
niye’sini biliyorsunuz.
artık hastaları daha çok müslümanlar ve yahudiler: jandarma kumandanı kemal bey’in bebeği (1916), selanikli muhacir mahmut efendi’nin bebeği (1916), cabra’nın karısı sara’nın bebeği (mart 1918) ve diğerleri…
1922’ye geldiğimizde, siphora’nın defterinde basit bir cümleyle karşılaşıyoruz: 'antep’te işimiz bitti'. nuritsa 29 kasım günü defterine kayıt düşüp çok sayıda yetim ve öksüzle birlikte tren istasyonuna koşuşturduklarını ve halep’e kaçtıklarını yazmış.
siphora ve nuritsa orada da işlerini sürdürmüşler; katliamlardan sağ kurtulanların bebeklerinin doğumlarına yardımcı olmuşlar. siphora’nın defterinin sonundaki kısa bir not 28 mayıs 1940’da aramızdan ayrıldığını gösteriyor bize. kız kardeşi bir on-on beş yıl daha ebeliğe devam etmiş.
antepliler:
bu defterlerin antep’te ilk kez okunuyor olması son derece sembolik bir anlam taşıyor. bugün, bu defterler sayesinde iki kız kardeş antep’e dönmüş oldu.
bugün burada size bakarken, aranızda nuritsa ve siphora’nın yüzyıl önce doğurttuklarının torunları ve torunlarının çocukları olduğunu düşünüyorum.
sayıyı hatırlayın: 4274 bebek―sadece siphora’nınkiler.
sizin büyükbabalarınıza ve büyükannelerinize, hatta büyük büyükbabalarınıza ve büyük büyükannelerinize elleri ilk değmiş insanlar nuritsa ve siphora olabilir.
bu iki kadın, bu şehre onlarca yıl hizmet vermiş bu iki kadın, yüreklerinde acıyla terk etti memleketlerini ve dillerinde sadece üç kelime vardı: 'antep’te işimiz bitti.'
niye’sini biliyorsunuz.
tıpkı nuritsa ve siphora gibi binlerce ermeni, bir daha buraya dönmemek üzere terk etti bu şehri. fakat yanlarında antep’in bir parçasını da götürdüler. memleketlerinin hatıralarını götürdüler. ölene kadar da memleket hasretiyle yaşadılar.
içlerinden daha sonra antep'i ziyaret etme fırsatını bulan bazıları baba ocaklarını yeniden keşfederlerken acı-tatlı tecrübeler yaşamışlar. george haig onlardan biri mesela. antep’i 1919’un aralık ayında arkasında bırakıp 'ziraat okumak ve arazilerindeki fıstık, zeytin, incir ağaçlarını ve üzüm bağlarını ve tahıl mahsullerini geliştirmek üzere dönmek için' amerika’ya gitmiş. bir daha dönememiş.
niye’sini biliyorsunuz.
abd ordusundan yarbay rütbesiyle emekli olan george haig antep’i ancak 40 yıl sonra ziyaret edebilmiş. şöyle yazıyor hatıratında:
“…evimin önünde dikiliyordum. bu kadar yıl sonra eve dönmek nasıl bir heyecanmış, nasıl bir duyguymuş, nasıl bir mutlulukmuş meğer. başkasının evinin önünde olduğumun tam idrakinde değildim hâlâ. kapıyı çaldığımda kapıyı kardeşlerimden birinin açacağı gibi düşünce içindeydim hâlâ. anlıyorsunuz, değil mi? fakat kapıyı 12 yaşlarında bir kız çocuğu açtı; artık bir yabancı olduğumu o an idrak ediverdim.”
artık, 1895, 1909 ve ardından 1915 katliamlarını yapanlar göçüp gittiler. bu katliamlardan sağ kalanlar da öyle. siphora, nuritza ve haig öldü çoktan. fakat hatıralarını yanlarında götürmediler. anlattıkları, öyküleri ve defterleri vasıtasıyla, antep’ten çok uzaklarda büyüyen ermeni kuşaklara hatıralarını aktardılar.
siphora ve nuritza’nın torunları ve torunlarının çocukları yaşıyorlar. defterleri bana onlar verdiler, araştırmamda yararlanmam için.
ve siphora ve nuritza’nın doğurttukları insanların torunları ve torunlarının çocukları da hayattalar hâlâ. bazıları bu salonda oturuyor bile olabilirler. yanınıza bakın. belki de buradalar. Ermeni Soykırımı’ndan yüz yıl sonra, onların hatıralarının sizin hatıralarınız olmasının tam zamanı. george haig, siphora ve nuritza’nın torunlarına adalet ve gerçeği aradığınızı anlatmanızın tam zamanı.
ve bugün, kulaklarımızda çınlayan o üç kelimeyi değiştirmemizin, onun yerine şunları koymamızın zamanı geldi: 'antep’te işimiz yeni başlıyor!'"

 ===

Soykırımın 100. yılı Antep'te konuşuldu

 
21 Mart
20:312015
ANTEP (DİHA) - Ermeni Soykırımı'nın 100. yılı nedeniyle "100 yıllık acıyla yüzleşiyoruz" şiarıyla Antep'te düzenlenen panelde konuşan YSGP Eş Sözcüsü Sevil Turan Ermeni Soykırımı'nın tarihsel bir sorumluluğunun olduğunu belirtirken, yazar Atilla Tuygan ise Türkiye'nin bu konuda 100 yıldır bir yalan politikasını sürdürdüğüne dikkat çekti.

Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi Antep İl Örgütü, Ermeni Soykırımı'nın 100. yılı nedeniyle "100 yıllık acıyla yüzleşiyoruz" şiarıyla Antep Cemevi Konferans Salonu'nda panel düzenledi. Panele Lübnanlı akademisyen KhatchigMouradian, yazar Atilla Tuygan, çevirmen Murat Uçaner ve YSGP Eş Sözcüsü Sevil Turan katıldı. HDP, ESP, SYKP, İHD, KESK'li temsilcilerin yanı sıra onlarca kişi dinleyicinin hazır bulunduğu salona "1915 ! bir daha asla" ve " Yaşanılan acılardan zaman aşımı olmaz" pankartları asıldı. Panelde açılış konuşmasını yapan YSGP Antep İl Eş Sözcüsü Celal Deniz, herkesin bu soykırım gerçeği ile yüzleşmesi gerektiğini söyledi. Kürtlere uygulanan katliamların sorgulanması açısından 1915 soykırımının kilit rolde olduğunu belirten Deniz, ancak bu şekilde katliamlarla yüzleşilebileceğini aktardı.

'Soykırımın tarihsel bir sorumluluğu var'

Ardından söz hakkı alan YSGP Eş Sözcüsü Sevil Turan, resmi tarihte Ermeni halkının düşman olarak tanıtıldığını ifade etti. Bu acı ile yüzleşilmezse kendilerinin de bu soykırıma ortak olacaklarının altını çizen Turan, böyle devam etmesi halinde gelecek nesillerin de buna ortak olacağını kaydetti. Panelin Newroz gününde yapılmasının anlamlı olduğunu aktaran Turan, Ermeni Soykırımının tarihsel bir sorumluluğunun olduğunu dile getirdi.

'Türkiye 100 yıldır bir yalan politikası yürütüyor'

Daha sonra konuşan yazar Atilla Tuygan ise Antep'in pek çok kültüre ev sahipliğini yaptığını hatırlattı. Buna Ermenilerin de dahil olduğunu ifade eden Tuygan, "Tehcir Kanunu" ile insanlara uygulanan baskının halen sürdüğüne işaret etti. Soykırımın temelinde ekonomik nedenlerin yattığına dikkat çeken Tuygan, Cumhuriyetinin ilk nesillerinin milli gelirlerinin Ermeni ve Rum halkının halklarından gasp ettiği mallardan oluştuğunu vurguladı. 100 yıldır bu topraklardan sürgün edilen Ermeni halkının eksikliğini dolduramadıklarını söyleyen Tuygan, "Türkiye 100 yıldır bir yalan politikası sürdürüyor ve bunu pekiştirmeye çalışıyor. Bu soykırımın çarpıtılmasına kilitlenmiş durumda" dedi.

'Ermeniler Antep'ten Türk ve Arap işgalcilerden dolayı kaçtı'

Tuygan'dan sonra konuşan çevirmen Murat Uçaner ise Ermenilerin döneminde Antep'in kırsalında kaldığını dile getirdi. Uçaner, "Türk ve Arap işgalci güçlerin kırsal bölgelere saldırması sonucu buradaki nüfusun merkeze doğru kaydığını aktararak, " Merkezde ise ' Ya Müslüman olacaksınız ya da bu kenti terk edeceksiniz' dayatması ile karşılaşıyorlar. Ve sonunda Ermeniler burayı da terk etmeye başlıyor. O dönemlerde ticaretin tümü Ermeni halkının elinde olduğu için Antep'teki ticaret ölüyor" diye konuştu.

Son olarak söz hakkı alan Lübnanlı akademisyen KhatchigMouradian da o dönemde Antep'te ebelik yapan iki kadının yazılarından oluşan bir defterden hikâyeler anlatarak, dönemin olaylarına ışık tuttu. Mouradian, "Hep birlikte değiştireceğiz" diyerek, Antep'teki işlerinin daha yeni başladığını söyledi.

(nd/sy)
 ===




Mouradian Speaks at First Genocide Commemoration in Aintab (Full Text)







The Story of Two Armenian Midwives

Below is the text of a lecture delivered by scholar and former Armenian Weekly editor Khatchig Mouradian at the first commemoration of the Armenian Genocide in Aintab, held on March 21. The talk was delivered in Turkish. The commemoration was organized by the Greens and the Left Party of the Future. Party spokesperson Sevil Turan, writer Attila Tuygan from Istanbul, and translator Murat Uçanar also spoke. Celal Deniz delivered the opening remarks.
(L-R) Sevil Turan, Khatchig Mouradian, Attila Tuygan, and Murat Ucanar
(L-R) Sevil Turan, Khatchig Mouradian, Attila Tuygan, and Murat Ucanar (Photo: George Aghjayan)
I want to tell you a story.
Siphora, an Armenian woman, worked as a midwife in Aintab from the late 1800’s to 1922. She kept a notebook detailing information on the babies she delivered beginning in 1890. By the time she left this city, she had helped deliver 4,274 children.
Four thousand. Two hundred. Seventy-four.
Siphora’s sister Nuritsa began practicing midwifery, also here in Aintab, in 1905. She, too, kept a detailed notebook.
Initially, many of the families they served were Armenians in the city. Siphora helped deliver a child for Rapael’s wife Zaruhie (January 1892, then March 1893), kuchuk (small) Nerses’s daughter Ovsanna of Nizib (October 1895), saddle-maker Avak’s child (March 1897), pilavji Nerses’s child (April 1897), deli (crazy) Gullu’s child (February 1898), carpenter Minas’s bride Khanum (June 1899), goldsmith Harutyun’s child (October 1899), and hundreds of other Aintab Armenians.
Then, after 1915, we encounter fewer and fewer Armenians in the notebook.
You know why.
Their clients were now primarily Muslims and Jews: gendarmes commander Kemal bey’s child (1916), Salonica refugee Mahmut effendi’s child (1916), Cabra’s wife Sara’s child (March 1918), and others.
A page from Sifora's notebook
A page from Siphora’s notebook
Almost abruptly, in 1922, Siphora’s notebook has a simple entry: Antep’te işimiz bitti (We are done/our work is over in Aintab). Nuritsa writes in her notebook that on Nov. 29, they rushed to the train station with a number of orphans and escaped to Aleppo.
There, Siphora and Nuritsa continued their work, helping deliver children of survivors of the massacres.
A simple note at the end of Siphora’s notebook informs us that she passed away on May 28, 1940. Her sister continued working as a midwife for another decade and a half.
People of Aintab:
It is symbolic that the first time these notebooks are ever being publicly shown is in Aintab. Through these notebooks, today, the two sisters return to Aintab.
As I stand here today and look at you, I can’t help but think that there are many among you who are grandchildren and great-grandchildren of those Nuritsa and Siphora delivered a century ago.
Recall that number: 4,274 babies—Siphora’s alone.
It is likely that Nuritsa and Siphora were the first to hold your grandparents and great-grandparents.
Those two women, who served this town for decades, left with pain in their hearts and with three words on their tongue: Antep’te işimiz bitti.
You know why.
Like Nuritsa and Siphora, thousands upon thousands of Armenians left this town, never to be able to return again. But they took a piece of Aintab with them. How could they not?  Their memories of their hometown. They lived with longing for their town until they died.
The few who had the opportunity to visit after they were forced to leave had a bittersweet experience rediscovering their ancestral home. George Haig was one of them. He left Aintab in December 1919 “for the United States to study agriculture and return to improve our properties: pistachio, olive, fig groves and vineyards and grain crops.” He wouldn’t return again.
You know why.
Only after 40 years, as a retired lieutenant colonel in the U.S. Army, was George Haig able to visit Aintab. He wrote:
“… I was standing in front of our house. What a thrill, what a feeling, what ecstasy to be back home after so many years. Still, I did not yet realize fully that I was in front of someone else’s house. When I knocked at the door I was still under the impression that the door would be opened for me by one of my brothers or sisters. You can dream, can’t you? But when the door was opened by a 12-year-old girl, I woke up to the realization that I was now an outsider.”
Today, those who committed the massacres against Armenians in 1895, 1905, and then 1915 are long gone. Gone are also those who survived those massacres. Siphora, Nuritza, and Haig are all dead. But they did not take their memories with them. Through their accounts, their stories, and their notebooks, they passed their memories on to generations of Armenians growing up far from Aintab.
The grandchildren and great-grandchildren of Siphora and Nuritza are alive. They gave me the notebooks, which I am currently using in my research.
And the grandchildren and great-grandchildren of the people of Aintab whom Siphora and Nuritza delivered are also alive.
Some may be sitting right here in this hall. Look around. They may be right here.
A hundred years after the Armenian Genocide, it is time for their memories to also be yourmemories.
It is time for you to tell the grandchildren of George Haig, Siphora, and Nuritsa that you are committed to truth and justice.
And that the time has come for us to change those three words ringing in our ears today, and say, instead: Antep’te işimiz başlıyor! Our work in Aintab is beginning anew.
A scene from the event
A scene from the event (Photo: George Aghjayan)
 ===
  Ayfer Tuzcu Ünsal 
 
ANTEPLİ ŞUŞHAN

   14 Kasım 2012
Şuşhan Yenikomşuyan Teager, Antepli Karanazar’ın büyük büyük büyük torunu... Onunla ve kardeşi Grace ile 1997 yılında tanışmış, onları Antep’te gezdirmiştim. O zaman Anneleri Helen Yenikomşuyan sağdı ve dedesi Nazaretyanların evinde ve doğduğu mahalle de büyük keyifle gezmiş di.
Grace ve Şuşhan, bu sene Türkiye’ye tekrar gelmek istediler. Ancak, Suriye’deki savaş onları biraz ürküttü. Dilimizin döndüğü kadar, o savaşın ülkemizi etkilemediğini anlattık, bir ara vazgeçmelerine rağmen, sonra ikna oldu ve geldiler. İyi ki de geldiler. Bol bol gezdiler, mutlu oldular ve benimle biraraya gelerek beni de sevindirdiler.
Karanazar’ın torunlarıyla uzun bir röportaj yaptım, Antep’te 1876-1915 arasındaki eğitim hayatından tutun, her gün ne yediklerine kadar herşeyi sordum, onlar da bildikleri kadar cevap verdiler. Şimdi, elimin döndüğü kadar bu cevapları düz yazı içerisinde size sunmaya çalışayım.
Nazaretyan ailesi, İsvehan’lı, İran’lı yani. Bugün halen, İsvehan’daki caddelerden birinin adı Nazaretyan mış. O dönemde aile ticaret ve özellikle de ipekçilikle uğraşırmış. Şah Abbas, kenti çok zenginleştirdikleri ve ticari hayatı canlı tuttukları için onları çok severmiş. Şah Abbas’ın ölümünden sonra işler değişmiş, aile bireyleri kendilerine daha güvenli ve rahat bir yer aramaya başlamışlar. Bu arada üç Nazaretyan kardeş, Hacı olmaya karar verip, Kudüs’e doğru yola çıkmışlar. Yol, zorunlu olarak Antep’ten geçmiş. Burada bir kaç gün kalmışlar. Ve görmüşler ki, Ermeniler oldukça güç koşullarda yaşıyor. Bir Ermeni ölse, onun cansız bedenini caddeden taşıyıp, defin yerine götürmek yasak. Ayrıca defin yeri de yok. Tek yer, kilisenin bahçesi. Orada da, bir mezar açılmaya kalkıldığında, birileri geliyor, “aman burayı kazmayın, ben geçen sene annemi buraya gömdüm” diyor. Bir başka yere teşebbüs edildiğinde “aman benim babam tam bu noktada gömülü, lütfen ölüye saygı gösterin” deniyor. Bu şekilde büyük karmaşa yaşanıyor. Ayrıca, bugün Kurtuluş Camii olan St. Mary Kilisesi, bir mağaranın içerisinde bulunuyor ve her an çökebilir durumda. Üç Nazaretyan kardeş, ellerindeki hac ziyareti parasını Antep Ermenilerinin yaşam koşullarını yükseltmek için kullanmaya karar veriyorlar. İlk yaptıkları şey, İstanbul’a gidip bu işleri yapabilecekleri konusunda ferman çıkarmak oluyor. Tanıdıkları vasıtasıyla fermanları çıkarıyorlar. Bu arada kardeşlerden birisi, İstanbul’da ikamet etmeye karar veriyor. Fermanlarla beraber geri Antep’e dönen Gülnazar Yahya Nazaretyan Önce, bir arsa satın alıp, orayı mezarlık yapıyorlar, cenazesi olan Ermeni şaşıp kalmıyor. Sonra da, St. Mary Kilisesini yaptırıyorlar. Bilmem bilir misiniz? Kilisenin planını ünlü Balyan kardeşler yapmıştır. Balyan Kardeşler, İstanbuldaki birçok tarihi binanın yanısıra Dolmabahçe Sarayını’da yapmışlardır.
Ailenin ismi Nazeretyan, Nazarian, Nazaryan olarak geçebiliyor, sadece yazım farkı var, hepsi aynı aile. Bu arada Gülnazar Yahya Nazeretyan’ın 17. Yüzyıl ve 18. Yüzyılın yarısında yaşadığını yazmakta fayda var. Aile tüccar olmanın yanısıra aynı zamanda kuyumcu da. Ticarette işler kötü gittiği zaman, hemen kuyumculuğa dönüp, yaşamlarını sürdürebilmek için para kazanabiliyorlar.
Size böyle bir hikaye anlattıktan sonra Şuşhan’ın büyük dedesi ve nenesi Garabet Bey Nazaretyan’dan ve eşi Gül Hanım’dan bahsedelim.1861-1916 yılları arasında yaşayan Garabet Bey, İran’ın Antepdeki resmi konsolosu. Farsça dilinde “Baş Şehpender” olarak isimlendiriliyor. Garabet Bey aynı zamanda “Amerikan Konsolos Yardımcısı” da... Görevini yerine getirirken giydiği özel kıyafetleri de var. Şuşhan’ın dediğine göre, bugün Papirus Kafe olan Garabet Bey’in evi, kimbilir ne misafirler görmüş, kimleri ağırlamış. Orada Cennet odası olarak isimlendirilen oda, Garabet Bey’in yabancı misafirlerini kabul ettiği konsolosluk odası. Bugün maalesef içerisine kurulmuş bir iskele ile, oldukça perişan durumda ve onarılmayı bekliyor.
Antep’te 1800 lü yılların ikinci yarısından itibaren eğitime büyük önem verildiğini Şuşhan röportajda sık sık vurguladı. Şuşhan’ın anneannesi, Garabet Bey’in kızı Zarman Hanım (1890-1965) önce anaokuluna daha sonra lise seviyesinde bir okula gitmiş, eğitimli, üstelik İngilizce de biliyor. Antep Koleji’nin arsasını Antepli Taha Efendi verirken, binaların inşaat parasını ise Garabet Bey ve diğer tüccarlar karşılıyorlar. Şuşhan, okulun yapımı için altın liralardan oluşan büyük bir servetin toplanıp harcandığını düşünüyor.
Şuşhan’ın anneannesi Zarman Hanım, komşularının oğlu Sarkis Krajian’la 1904’te Antep’te evleniyor, fotoğrafları da var. Sarkis Krajian, en büyük “Antep işi” tüccarlarından birisi. 1915’te sürgün edildikten sonra da aynı işe devam ediyorlar ve Suriye, Kıbrıs gibi ülkelerde işlettikleri nakışları İngiltere, Amerika gibi ülkelere satıyorlar. Bu evlilikten doğan çocuklardan birisi Helen, Şuşhan’ın annesi 1911’de Antep’te Papirüs Kafe olan evde dünyaya geliyor.
Helen, 4 yaşındayken sürgün kararı geliyor ve aile Antep’i terketmek zorunda kalıyor. Özellikle Zarman Hanım, o kadar üzülüyor ki, hayatı boyunca sürgünden ve yaşadıkları kötü günlerden bahsetmek istemiyor. Torunu Şuşhan’a hep güzel şeyler anlatıyor. Çok severek anlattığı hikayelerden birisi, Arıl Köyüne gidip kamp kurmaları. Arıl Köyünde Zarman Hanım’ın kocası Sarkis Krajian’ın büyük fıstıklıkları var. Hasat mevsiminde oraya gidip, çadırlar kuruyorlar. Eşya, yiyecek gibi yaşam için zorunlu şeyleri de götürüyorlar. En az bir ay süresince çadırın önünde kazanlar kaynıyor ve fıstık toplayan işçilere yemek çıkıyor. Antep’te veya köyde şire de yapan Zarman Hanım, bu olayı o kadar özlüyor ki, bir sonbahar günü Beyrut’ta şire yapıyor. Beyrut, deniz kenarında rutubet bir yer. Zarman Hanım’ın büyük emekle bastık çalıp, batırdığı sucuklar katiyen kurumuyorlar. Şuşhan diyor ki: “resmen bir felaket ti. Batırdığı sucuklar kurumadığı için çok üzüldü, büyük hayal kırıklığına uğradı ve ne yapacağını şaşırdı.”
Şuşhan ve Grace ikisi de tahsilli insanlar. Şuşhan ünlü MIT okulunda kimya tahsili yapmış, Grace ise psikoloji prefesörü... Merak ettikleri için Arıl Köyüne gittiler. Köylüler, çok iyi karşılayıp, büyük misafirperverlik göstermişler. Bir köylü de evinden iki kilo kadar kurutulmuş fıstık getirmiş. Şuşhan, bu olaya o kadar seviniyordu ki, bana anlatırken ağzı kulaklarına varıyordu.
Antepli Krajians isimli ailesini anlattığı bir de kitabı var Şuşhan’ın. Bilgileri ve tarihleri bu kitapdan doğruladım. Aynı zamanda fotoğrafları da yine bu kitapdan aldım. Bu kitapdan ve ailenin yediği yemeklerden bir sonraki yazıda bahsedeceğim.

No comments:

Post a Comment