100. yılında sürgün yolunda: Armaş'ın ruhu
11/04/2015 07:00
100 yıl önce Ermenilerin bu topraklardan nasıl sürüldüğünü, katledildiğini anlatacağım sizlere. Tehcirin lanetli yoluna İzmit'ten başladım. Ermeni yapılarının hala ayakta kaldığı nadir yerlerden biri Armaş (Akmeşe). Ama artık Ermenilerden miras kalan manastırın yerinde şu anda cami var. Matbaa, ahırdan bozma bir baraka ve yanındaki küçük papaz evi de toprak kayması ile dolan lağım sularının birikme yeri olmuş...
BAŞLARKEN...
Bazıları masa başında, bazıları tarih sayfaları arasında bazıları da anlatılar içerisinde arar hikayelerini. Tarih dediğimiz bazıları için yaşanmışlık ve anılardan ibaretken, bazıları için ise (Cumhurbaşkanı gibi) belge sayıları ile ölçülebilecek derecede maddidir.
Bu yazı dizisinde, Ermenilerin 100 yıl önce bu topraklardan nasıl sürüldüğünü, katledildiğini ve soykırıma uğradığını, geride kalanların diliyle anlatacağım.
Boş evler, taş duvarlar, çarkı dönmeyen değirmenler, suyu 100 yıldır boşa akan çeşmeler bizlere Ermenilerin bu topraklarda nasıl yaşadıklarını anlatacak.
Bizim her yıl nisan aylarında sürekli ekranlarda ve medyada gördüğümüz ulusal ve Uluslararası tarihçilerimizin çalışmalarına tüm saygımızla, mikro tarih çalışmaları yapan yerel tarihçiler anlatacak bizlere Ermenileri.
İstanbul'dan Antep'e, sonrasında Muş'tan Urfa'ya uzanan iki farklı rotada yapacağım gezilerde elimden geldiğince bugüne kadar üzerine yazılmamış köyler, halklar ve kültürel miraslar üzerine yazacağım. Yazılarım bu toprakların 1915'te yaşadığı koca yıkımın arta kalanların üzerine yarattığı psikolojisinin bir yansıması olacak. Bir yandan da 100 yıl sonra sürgün yoluna giden Ermeni bir gazetecinin gezi defterine aldığı notlar...
İZMİT-ADAPAZARI
Ermeni soykırımı yazılırken Osmanlı'nın batısında yaşayan Ermeni halkının tavrı ve durumu her zaman bir muamma olmuştur. Özellikle de batılı devletlerin temsilciliklerinin çok olduğu için batı bölgelerinden tehcir edilenlerin sayıları ve kıyıma doğrudan uğrama vakaları çok az yansımıştır tarih sayfalarına. Ancak olmamış değildir. 200'ü şakın Ermeni entellektüelin İstanbul'dan tutuklanıp tehcir edilmesi. 15 Haziran'da 20 Ermeni Sosyalist'in Beyazıt'da idam edilmesi aslında doğuda Abdülhamit döneminden bu yana yaşanan katliamların sadece bir ayinesidir. Bu yüzden “100. yılında sürgün yolunda” projesi rotasına İstanbul'un birazcık dışından İzmit'den başlamak istedim.
Özellikle benim ailemin bir bölümünün de Geyve ve Bursa kökenli olmasının bunda etkisi çok. Ancak Marmara Bölgesi'nde yaşanan katliamların da diğerleri kadar bilinmesi ve Ermenilerden geriye kalanların görünür kılınması bugüne kadar çalışılmamış alanlardan biri...
Özellikle benim ailemin bir bölümünün de Geyve ve Bursa kökenli olmasının bunda etkisi çok. Ancak Marmara Bölgesi'nde yaşanan katliamların da diğerleri kadar bilinmesi ve Ermenilerden geriye kalanların görünür kılınması bugüne kadar çalışılmamış alanlardan biri...
Ben de bir Ermeni olarak, uzun süre soykırımın evde konuşulmadığı bir ortamda büyüdüm. Anneanne ve dedeler ise benim gençliğime yetişecek kadar yaşamadılar. Dolayısı ile aile hikayemizi öğrenmeye geç başladım. Öğrendiğimde de yine Radikal'de yazmıştım.
İstikamet İzmit – Adapazarı... Şu anki il sınırlarından çok farklı bir şekilde konumlanan 100 yıl önceki sınırlara göre bu iki kent coğrafi olarak birbirine çok benziyor. Karadeniz'e çıkan ovalar hem yeşil, hem de meyve yetiştirilebilirlik açısından verimli toprakları dönemin ticaretle uğraşanlarının dikkatini çekmiş.
ADAPAZARI'NIN GİZLİ KALMIŞ ERMENİ MİMARLARI
Yerel bir gazete olan Doğru Hamle gazetesi şu verileri paylaşıyor:
“Başta Adapazarı olmak üzere çevre coğrafyasında bulunan en meşhur binaları Bedros Muradyan ve Hovhannes Cırgayan’ın Konstantinopolis’teki müstakil evlere benzeyen yüksekçe ve pek güzel evleriydi. Şehrin en göze çarpan devlet ve özel mülkiyete ait tüm binalarıyla kiliseleri ve kare şeklinde döşeme taşlı yolları Ermeni mimar Varteres Efendi tarafından inşa edilmişti. Karasu’nun o günkü adı ile “Aram Köyü”nde yani Kızılcık’ta yapılan kilise ile “Keğam Köyü”nde yani Yassıgeçit’te de bulunan kilise aynı mimarın eserleri arasında sayılmaktadır. Yine aynı şekilde “Hoviv” adı ile bilinen Çobanyatağı ve “Çukurköy”de de yapılan Ermeni Kiliseleri ahşaptı ve Ermeni mimarisinin önemli binaları arasında yer alıyordu.”
ÇARKI DÖNMEYEN DEĞİRMENLER, LAĞIM KOKAN MATBAA!
Bu köylerdeki yapılar yukarıda da belirtildiği gibi ahşap olduğundan ne yazık ki ayakta kalan bir yapı kalmamış. Ancak yeni gelişmekte olan Akmeşe eski adı ile Armaş bu konuda ünü gereği en çok yapının ayakta kaldığı yer.
Armaş'a son ziyaretimizden bu yana 5 yıl geçmiş.
Manastır'ın yerinde şu anda cami, manastır şimdi ilkokul, matbaa ahırdan bozma bir baraka ve yanındaki küçük papaz evi de toprak kayması ile dolan lağım sularının birikme yeri olmuş... Ermeni ailelerin 100 yıl önce işlettiği özel su değirmenlerinin ikisi, şimdiki sahipleri tarafından onarılmış düşük bir kapasiteyle de olsa çalıştırılıyor.
Manastır matbaasının içi harabe durumda...
Köy meydanındaki manastırdan kalma çeşmenin restorasyonu kötü de olsa yapılmış. Ancak anlatılanlara göre çeşmenin üzerindeki Ermenice yazının yerine asılması konusunda bürokratik bir direnç var.
Adının Işık Çeşmesi olduğu söylenen 1862 tarihli yapının kitabesinde şu yazıyor: “Bu çeşmeden akan sudan herkes için ve ışığı ile aydınlansın diye”.
Armaş, Ermeniler için önemli bir merkez. Ermenistan'daki bazı kaynaklara göre İran'ın Armaş bölgesinden buraya göç eden Ermenilerin yine aynı isimli kurdukları bir köy. Buradaki manastır uzun yılar Ermeni patrikleri ve din adamları yetiştirmesi ile ünlü olduğu kadar, matbaasında basılıp Anadolu'nun dört bir yanına dağılan Ermenice ders kitapları, tarih kitapları ile de ünlü.
ARMAŞ'IN RUHU TIBREVANK'TA YAŞIYOR
Bugün İstanbul'daki Surp Haç Tıbrevank Okulu'nun kurucusu Episkopos Karekin Khachaturyan (Trabzonlu) da Armaş Manastırı'ndan yetişen önemli isimler arasındadır.
Geçtiğimiz haftalarda yitirdiğimiz gezgin yazar Sarkis Seropyan, Tıbrevank Okulu'nun Armaş'taki manastırın kapanmasının ardından Karekin Khachaturyan'ın bu ruhu canlı tutmak için İstanbul'da bir arayışa girdiği ve bu sebeple de Surp Haç Tıbrevank Okulu'nun temellerini attığı söylüyor.
KÖY KAHVESİNDE SEÇİM NOTLARI
Eski yerleşim yerlerini gezerken en doğru bilgi berber ve kahvelerden alınır. Bizim de yolumuz köy meydanında eski manastır şimdiki caminin hemen önündeki kahveye düşüyor. İlk çayların ardından muhabbet derinleşiyor. Ön masadan biri “Bu seçimlerde HDP'ye iki kişi çıkarırız Kocaeli görürsünüz” deyince atlıyorum sohbete:
“Niye?” diye.
“Tepki oyu” diyorlar.
Akmeşe bundan birkaç yıl öncesine kadar belediyeydi. Büyükşehir kanunu gereğinde merkeze bağlandığından belediye hizmetleri artık eskisi kadar iyi çalışmıyor. 750 hanelik Armaş, şu anda Atatürk ve Cumhuriyet adıyla iki mahalle olarak yönetiliyor.
“Bizimkiler 1923'lerde Selanik'ten gelmişler. Dedelerimizin nüfuslarında doğum yeri Drama yazardı. Biz oralardan göç etmişiz.” diyor iki dönem belediye meclis üyeliği yapmış olan Sabahattin Aktop.
.
Yerel tarihçi Yakup Özkan...
NALBURLARDA YETİŞİR YEREL TARİHÇİLER...
2012'de Armaş tarihi ile ilgili detaylı bir çalışma yapan ve “Bithynia Tümlüğü İçinde Akmeşe – Armaş” adıyla kitabı yayınlanan yerel bir tarihçi ile kesişiyor yollarımız. Yakup Özkan...
Armaş'ın nalburu. Dükkanının dışı bir nalbur, küçük ofisi ise Armaş tarihi ile dolu. Duvarlar fotoğraflar ve Armaş tarihinden araştırılması gerekilen bilglerin not alındığı küçük kağıtlarla dolu. Benden de aldıklarını ekliyor onların yanına ve kendi elindekileri paylaşıyor bir kitabını da hediye ederek.
Manastırın bir kısmına cami inşa edilmiş...
Özkan'ın yaşadığı yerin tarihine merakı çocuk yaşta başlamış. Kitabının sonundaki bir fotoğrafı göstererek anlatıyor:“Diğer yazarımız Yakup Aygil 12 Şubat 1974'te buraya gelmişti. Köy kahvesinin önünde bizlere tarihsel anı defterinden bilgiler aktarırken ilk sırada kitaba bak ıyorum. Bak buradayım işte. 11 yaşındayım daha. Demek ki içimde varmış.”
Özkan gibi yerel tarihçiler sayesinde Ermenilerin varlığı bu topraklarda asla yok olmayacak. Onların samimi ilgisi sayesinde en azından taşlar konuşmaya devam edecekler...
Kendisiyle yaptığımız uzun söyleşiyi bir başka yazıya bırakıp yolumuza devam ediyoruz.
Bir sonraki durak Sakarya – Pamukova - Geyve
=====================================
100. yılında sürgün yolunda-2: Geyveli Ermeniler'e ne oldu?
12/04/2015 07:00
Tarihi 4 bin yıl önceye dayanan ve benim de anne tarafımın memleketi olan Geyve'de binlerce Ermeni yaşıyordu. Bugün bir zamanlar Ermeniler'in yaşadığı köyden geri tek şey miras ise kilise kalıntıları...
GEYVE
Anne tarafımın bir kısmının Geyve'li olduğunu öğreneli henüz birkaç sene oldu. Bu konuyla ilgili bir gazeteci olarak bugüne kadar neden çok fazla soru sormamış olmamın sebebini ise hep İstanbullu olduğumuza inandırılmış olmakta buluyorum. Sanırım kimsenin hatırlamak istemediği, siyasetçilerin ve tüm eğitim sisteminin bu anıları silmek için çabaladığı bir Türkiye 'de, soykırımı ucundan yaşayıp da kurtulmanın verdiği mahcubiyetle ailemin bunu bana anlatmamış olmasını doğal karşılamak zorunda kaldım.
GEYVE DİYE BİR YER
Peki Geyve neresi?
Birçoğunuzun bilmediğine emin olduğum bu ilçe aslında İstanbul'un sebze meyve ihtiyaçlarının büyük bir bölümünü karşılıyor.
İstanbul -Sakarya yolu üzerinde şu anda hızlı tren inşaatı yüzünden tamamı alt üst olan yollarıyla Geyve, Pamukova Ali Fuat Paşa tren istasyonu çevresinde yer alan bir yerleşim birimi. Karadeniz ile Marmara iklimi arasındaki konumu sebebiyle verimliliği oldukça yüksek olan Geyve'de otoban kenarlarında bile meyve ağaçları bereket saçıyorlar.
İstanbul -Sakarya yolu üzerinde şu anda hızlı tren inşaatı yüzünden tamamı alt üst olan yollarıyla Geyve, Pamukova Ali Fuat Paşa tren istasyonu çevresinde yer alan bir yerleşim birimi. Karadeniz ile Marmara iklimi arasındaki konumu sebebiyle verimliliği oldukça yüksek olan Geyve'de otoban kenarlarında bile meyve ağaçları bereket saçıyorlar.
1830 yılından beri ilçe konumunda olan Geyve, 1954 yılına kadar Kocaeli Ili'ne bağlıyken bu tarihten itibaren, Sakarya iline bağlanmış.
Geyve’nin yerlileri Bithynie’de kalma Rumlar ve ana lisanları Ermenicedir. Bölgede Ermeniler 600’lü yıllarda görülmüşlerse de büyük göç, Pers kralı Büyük Abbas baskısından kaçanlar tarafından gerçekleştirilmiş. Geyve'den önceki durağımız İzmit Armaş'ı (Akmeşe) da İran göçmeni Ermenilerin kurduğunu söylemişti köy kahvesindekiler. Dolayısı ile 37 kilometre farkla birbirini tutan iki öyküyü birleştirmiş olduk.
100 yıl önceki ve sonraki Kıncılar Köyü.
410 HANELİ KÖYDE SADECE KİLİSE DUVARLARI AYAKTA
Cuniet, La Turquie d'Asie kitabının dördüncü cildinde Geyve’de 6.752 Gregoryan ve 132 Protestan Ermeni olduğu söylenmekte. İzmit mutasarrıflığında 1914 sayımlarında ise sancakta 18.223 Müslümana karşılık 18.550 Ermeni bulunduğu söyleniyor. Osmanlı sayımlarına göre sadece Kıncılar Köyü'nde 1914 yılında 410 hanede 2265 Ermeni yaşamaktaydı.
Geyve’de 2 Ermeni okulunda toplam 170 öğrenci bulunmaktaydı. Bunların 90’ı Ortaköy (Orta-Kyuğ) Erkek Lisesi’nde, 80’i ise tekrar aynı köyde kız yatılı okulunda bulunuyordu.
Aya Minas Ayazması...
KÖKLER GERİ ÇAĞIRIYOR
Bundan üç yıl önce Geyve'ye gittiğimde sosyal medya üzerinden tanıştığım ismini paylaşmak istemeyen F.B beni ve babamı kısık sesle konuk ederken bir yandan da çevreden gelecek tepkiler için çekiniyordu belki de. Halen isminin paylaşılmasını istemez. Ancak yıllar içerisinde bağımız kopmadığı gibi daha da ilerledi. Bir emlakçı olarak çevre köylerden neredeyse tamamının envanterini çıkarmakla kalmadı, her gün her saat Geyve'nin geçmişinin unutulmaması için çaba harcayan bir yerel tarihçiye dönüştü, F.B. Yunan alfabesini, az biraz Osmanlıca'yı ve hatta biraz da Ermenice harfleri tanıyor artık.
Bugün, Geyve'ye vardığımda ofisi kaynak kitaplarla dolu, gördüklerini ve okuduklarını kelimelere sığdıramayacak kadar hızlı aktarmaya çalışan bir tarihçi.
4000 yıllık Geyve, eğer bir şekilde yeniden eski şanına kavuşacaksa bu onun çabalarıyla olacak.
Yukarıda özetlediğimiz birçok bilgiyi kaynaklarıyla birlikte şehir merkezinde yaptığımız sohbette alıyoruz.
Geçtiğimiz yıl Geyve'nin mübadeleyle Yunanistan'a göç ettirilmiş ailelerine ulaşarak onları köylerini görmeye davet etmiş.
Yunanistan'daki Geyve'liler köylerinin isimlerini de taşımışlar oraya. Ve şimdi 90 yıl sonra tekrar gerçek Ortaköy'ü görmeye geri geliyorlar. Bir traktörün sırtında tırmandıkları köylere eski evlerini ve anılarını yad ediyorlar.
SON KALINTILAR DA MADEN ÇIKARILIRKEN PATLATILDI
Ama diğer köyler o kadar da şanslı değil. 1915'in ardından Ermenilerin yoğunlukta olduğu köylerin çoğu tamamen yıkılmış. Benim ailemin bulunduğu Kurtbelen'de ise son kalan kilise kalıntıları geçtiğimiz yıl köyün altındaki maden arama çalışmaları sırasında dinamitlenerek dağın içine gömüldü.
Şimdi Akıncılar eskinin Kıncılar köyünün bir fotoğrafı geçiyor elimize. Şeref Elma'nın arşivinden. Evler o kadar çok ki sayamıyorum. 100 yıllık kareden bugüne tek kalan Surp Sarkis Kilisesi'nin kalıntıları.
ZAVEN SERAİDERİAN'IN ANILARINDAN
Nasıl olmuş ise bu yerel tarihçi F.B'nin eline 1980 yılında ABD'de New York'ta Ermeni Birliği'nin soykırımdan kurtulanlardan Zaven Seraiderian ile yaptığı bir sözlü tarih çalışmasının deşifresi geçmiş.
“Bu adam sizin köylü, bir göz at” diyor. 12 sayfalık deşifrede 1915'in en acımasız yanlarını ve kurtarıcılarını tarif ediyor Seraiderian. Satır aralarında da tarihsel bilgiler veriyor. Örneğin Ermenilerin Kurtbelen köyüne nasıl geldikleri gibi:
“Geyve Kayleplur'un (Kurt tepesi) bir parçasıydı. Ki adını Türkçe'ye Kurtbelen diye çevirdiler. 15 bin Ermeni vardı burada. Köyümüzün arkasında “Mayrastan” dediğimiz 10 bin ağaçlık bir mesire yeri vardı. Yaz aylarını orada geçirirdik. Hayvanlarımız çoktu, bereketliydik. Birçok göçmen buraya geldikten sonra kalırdı. En önemli göçmen Ani'den ve Ermenistan'dan gelidi Kurtbelen'e. Kurtbelen isminin hikayesi de şöyle: Bir gün köylüler eşekle tepeye tırmanmaya çalışırlar ama zorlanırlar. İlk su kaynağına geldiklerinde oraya Kare aghpyur (Taş çeşme) derler. Birkaç dakika sonra bir başka kaynağa rastlarlar orada da Vari Aghpyur (Aşağı çeşme) derler. Bu arada da eşeği de ağaca bağlayıp bırakırlar. Uzun bir tırmanışın ardından geri döndüklerinde eşekten sadece kemikler kalmıştır. Kurtlar parçalamıştır onu. Bu yüzden de o tepeye Kayleplur (Kurt tepesi) derler.”
Kurtbelen Köyü'nde Ermeniler'den geriye kalan tek şey, kilisenin duvar kalıntıları.
İKİ TAHTA KAŞIK
15 Nisan 1908'de doğan Seraiderian Ermeni soykırımı günlerini çok iyi hatırlıyor ve anlatılarında Geyve'den toplanan Ermenilerin nasıl Bilecik'e oradan da Afyon ve Konya yolu üzerinden Der Zor'a sürüldüğünü anlatıyor. 4 ağabeyinden 3'ünü, kız kardeşini, anne ve babasını kaybediyor. Ünlü bir demir tüccarı olan babası Hacı Hampartsoum Seraiderian'ın Taşnaklara silah sakladığı ihbarı yapıldığını, askerlerin silah bulamamasına karşın deposundaki demirlerin malzeme olarak gösterilip babasının hapsedildiğini söylüyor Seraiderian ve ekliyor:
“Ağabeyim Harutyun ile ikimiz kurtulmuştuk sadece. Bizi Beder diye birine verdiler. Karısı bizi yıkadı temizledi. Sonra elimize iki tahta kaşık verdi. Bizim yemek kaşıklarımız diğerlerinden farklı olarak o tahtalar olacaktı. Bir gün tarlayı sürüyorduk, ben süremiyordum. Zig zag gidiyordum sürekli. Beder geldi bana küfür edip bağırdı. 'Kafanı keseceğim senin' dedi. Sonra da ağzımı burnumu döverek kanattı. Ayağa kalkamayacak bir haldeydim. Ağabeyim kaçabildi evden ben daha küçüktüm. Ağustos 1916'da ben de kaçtım. Khanhamur'da bir Bedevi evine sığındım. Şeyh Abu Arslan ve eşi. Beder gelip beni geri istedi... 'Oğlumu ver' diye bağırdı. Bana sordular 'gidecek misin?' diye. 'Yok' dedim. Öyle kurtardılar beni...”
Seraiderian'ın hikayesi bundan sonra Meskene'ye, oradan Halep'te oradan da ABD'ye uzanıyor...
Geyve'den ayrılırken kar atıştırmaya başlıyor. Yerler tutmaya başlamış bile. Bilecik, Afyon ve Konya üzerinden uzun ve fırtınalı bir yol bekliyor beni. Haberler karayolunun kapalı yönünde. Birbirimizi görmediğimiz süre zarfında biriktirdiklerinin tamamını benle paylaşamamanın verdiği tebessümlü bir hüzünle F.B., Kutrbelen köyünün tarihinin yazılı olduğu Rumca bir kitap tutuşturuyor elime, hediye niyetine...
Bir de ağabey nasihatı yapıştırıyor sırtıma:
“Kurtbelen tamamen yok olmadan valideyi buraya bir getirmelisin...”
Seraiderian gibi ben de Bilecik ve Afyon'a doğru sürgün yoluna devam ediyorum...
===================================
100. Yılında Sürgün Yolunda-3: Çeşmeler akıyordu, ama içecek kimse yoktu Bilecik'te
16/04/2015 07:00
18 Ağustos 1915'te papaz herkesi son ayin için çağırıyor. Bilecik'teki okullara haber salınmış. Ermenilerden kalan evler ve kiliselerin kapı pencereleri sökülecek! Bir günde 13 bin 600 Ermeni, Eskişehir'e sevk ediliyor...
Ruhum günbatımının ölümünü dinler.
Eziyetin uzak toprağında diz çökmüş.
Ruhum günbatımını ve toprağın yaralarını içer...
Ve hisseder içinde gözyaşının yağmur olup boşalmasını...
Ve parçalanmış hayatların bütün yıldızları
Bozulmuş gözlere ne kadar benzer.
Bu akşam kalbimin havuzlarında
Umutsuz bekleyişle onlar söner...
1915'te Ayaş'a sürgüne edilip katledilen Ermeni aydınların arasında yer alan Siamanto'nun (Adom Yarcanyan) “Dzarav- Susamış” adlı şiiri tehcir rotamızın Sakarya-Bilecik arasındaki bölümünü özetleyen en güzel cümleleri bir araya getiriyor.
Biz tren hattı boyunca güneye, Bilecik'e doğru inerken önümüzde bizi hâlâ taşlarında Ermenice yazılara rastlayabileceğiniz köy çeşmeleri karşılıyor.
Bir...iki...üç derken birine soruyoruz:
- Burada papaz çeşmesi nerede?
- Gölpazarı'nda
Gölpazarı - Bilecik Ermenilerinin yoğun olarak yaşadığı bir yer. Merkezin 30 kilometre kuzeyinde. Köylerinden Göldağı ise sosyal hayat ve nüfus olarak göze çarpıyor. 1911'de burada trompet bandoları bile varmış. Gölpazarı'na giden yollar Karadeniz'deki yayla yollarına benziyor. Bir köyden diğerine dolana dolana güneye, Birecik merkezine doğru ilerlerken önce “Zor zamanlar çeşmesi” ardından “Aşıklar çeşmesi” karşılıyor bizi. Göldağı köyüne vardığımızda 32 ev sayıyorum.
Köpekler köye girmemden pek hoşnut değil. Sürekli havlıyorlar. Hatta biri beni ara sokaktan dışarıya kovalıyor. O sırada Ümraniyeli bir avcı ile karşılaşıyorum. Şehrin karmaşasından kaçmak diye buna denir işte. İstanbul'dan Göldağı'na gelip burada yaşamaya karar vermiş: “4 kişi var yaşayan sadece. Diğer evler boş” diyor.
32 haneden 4 kişiye...
AKP SEMPATİZANLARININ ÇEŞMEYE YAZI YAZMA SEVDASI
Göldağı çıkışındaki Papaz çeşmesini gösteriyor bize İstanbullu avcı. Bu çeşmede de bundan öncekiler gibi (Armaş'taki manastır matbaasında) bir sürü siyasi içerikli mesaj var. Çeşmenin her yerine AKP yazısı yazılmış boyalarla. Biraz yaklaşınca çeşmenin taşındaki yazıları okuyabiliyorum. Çeşmenin sağındaki taştan ancak “Rahmetle – Mart 1862”yazısı okunabiliyor. Diğer kısımlarının üzerine sıva gelmiş. Sağdaki taş ise bir anıt mezar taşı. “Mardiros kızı Anna rahat uyusun” yazısı okunabiliyor yarım yamalak. Diğer kelimelerden çok küçük yaşta ölen bir kız için yapıldığını tahmin ediyorum.
Papaz Çeşmesi...
Biz de Papaz Çeşmesi'nden, ölenlerin ruhuna dua ederek suyumuzu içip yola devam ediyoruz. Bir zamanlar bu çeşmenin suyunu yüzlerce insan içerken şimdi bu köyün tamamının 4 kişi olmasına üzülerek.
ABBASLIK-PAPAZLIK
Bilecik merkezdeyiz. Buraya gelirken mevsiminde beklenmeyen bir doluya tutulduk. Aynı dolu Bilecik'te de etkili olmuş. Hava “0” derece. Her yerde kar var. Gitmek istediğim köyler ise merkeze 6'şar kilometre. Abbaslık, Selöz, Küplü...
Sevan Nışanyan'ın Inex Anatolicus isim atlası sitesinden Abbaslık Köyü'nün eski adının Papazlık olduğu bilgisiyle ilk durağımı Abbaslık yapıyorum. Böyle dolaşırken bir süre sonra insan garip bir algıya kapılıyor. Gördüğü evlerin kime, neye ait olduklarını tanımaya başlıyorsunuz.
Abbaslı Köyü'ndeki Ermeni evleri...
Kokusundan mı? Taşından mı? Bilmiyorum. Belki milliyetçilik diyeceksiniz, ama tatlısından bir milliyetçilik bu. İşte buradaki evlerin de çoğunun yapısından Ermeni evleri olduğunu seziyorum. 1939'da yapılan caminin etrafındaki yenilere benzemiyorlar. Kerpiçle sıvanmış ahşap kazıklı diplerine taşlar olan evler... Yolda karşılaştığım biri sadece 6 hane kaldıklarını ve kerpiç evlerin çoğunun Ermenilerden kaldığını söylüyor. Diğer evlerin çoğu boş... Hayalet bir köy adeta.
Bilecik Ermeni mahallesi...
Köy meydanında su sayaçlarını okumaya gelmiş bir memurla karşılaşıyoruz. “Eski köy muhtarına sorun. Delidir o bilir”diyor. Evini gösteriyor. Kapısını çalıyoruz. Yukarıdan inip açıyor kapıyı. İşte diyaloglarımız:
-Ermeni kilisesi neredeydi?
-Karşıdaki toprak yığınının olduğu yer. Altında kaldı o tepenin. (gülümsüyor) Köyün aşağısındaki suni tepeyi göstererek.
-Taşlar ne oldu?
-Deliyim ben sorma. Kalp krizi geçirdim ben uğraşmak istemiyorum bunlarla.
-Niye?
-Gelip sorup duruyorlar...
-E ne oldu bu taşlara, yeni evlerin yapılmasında mı kullanıldı?
-Heee... Makine geldi. Taşları içine attık ufalandı, onlarla da inşaatlar yapıldı...
Abbaslık'tan merkeze inen yol boyunca taş atölyeleri var. bembeyaz kar örtüsünün altında kalan kesme taşlar... Mermer taşlar... Bu taşların o dedikleri olmadığını ve gerçekten eski muhtarın deli olduğunu düşünmek istiyorum...
Selöz'deki Ermeni evleri...
18 AĞUSTOS 1915
Abbaslık dönüşü Bilecik'in tren istasyonunun önünden geçiyoruz. Hızlı tren inşaatı sonrasında artık burası kullanılmayacak. Demiryolu çalışanlarının konaklaması için yapılan eski lojmanların ortasında koca bir avlu var. Bizim kaynaklar Bilecik Ermenilerinin 1915'te çevre köylerden burada toplanıp Eskişehir'e gittiklerini söylüyor. 18 Ağustos'ta papaz herkesi son ayin için çağırıyor. Bilecik'teki okullara haber salınmış. Ermenilerden kalan evler ve kiliselerin kapı pencereleri sökülecek. Ermeni çocuklar analarıyla içeride ayinde, dışarıda ise kapı pencere sökmeyi bekleyen çocuklar... Bir günde 13 bin 600 Ermeni Eskişehir'e sevk edildi deniliyor Türkçe kaynaklarda.
O kapı penceresi sökülen Bilecik'teki 13 kiliseden bugün eser yok.
Küplü Köyü'nün Muhtarı Mehmet Bey...
KÜPLÜ'DE BİR GARİP MUHTAR!
Bilecik Merkez'e en yakın köy Küplü. Eski bir Rum köyü. Gelmişken ziyaret edelim diyoruz. Köyün muhtarı Mehmet bey Küplü İlköğretim Okulu'nun eski müdür. Köydeki tarihi evler dahil birçok yapıyı korumak için çok uğraşıyor.
Köy okulunun yerinde eskiden Rum kilisesi varmış. Şimdi sadece kilisenin arka duvarı ve önünde birkaç mezar taşı kalmış. “Restorasyon için çok uğraştım. Bak” diyor. Anıtlar kuruluna, belediyeye, valiliğe yaptığı başvuruları gösteriyor. Ama cevap alamamış hiçbir yerden. Kilisenin mührü de kendisinde. Mühür 1898 tarihli. “Her yıl Yunanistan'dan gelir bir kapıda basıp yanlarına anı diye alıp giderler” diyor.
Çeşmelerle başlamıştık... Susamıştık...
Siamanto'nun şiirinin son dizeleriyle tamamlayalım Bileciği, Eskişehir'e doğru...
Ve bütün ölmüşlerin hayaletleri bu gece
Gözlerim ve ruhumla birlikte şafağı bekleyecek.
Hayatlarındaki susamışlık giderilsin diye
Belki de gökten üzerlerine, bir damla ışık düşer.
100. yılında sürgün yolunda-4: Afyon'un tehcir rotası demir ağlar
17/04/2015 07:00
Afyon'daki yapıların birçoğu kültürel varlıkları koruma listesinde. Merkezde her üç binadan birinin üstünde "Bu yapı kültür varlıkları ...." yazısı yer alıyor. Ermeni mahallesindeki konakların bir kısmı restore edilmiş ancak üzerlerinde ne bir tarih ne de bir ibare...
Ermeni soykırımını bu topraklarda yarattığı tahribatla ilgili biz araştırmacılar için gözler önüne seren en önemli kaynaklardan biri haritalar. Bundan yıllar önce elime geçen sürgün haritasında daha çok doğu vilayetlerindeki toplanma kampları bulunuyordu. Ardından Ara Sarafian'ın İngiltere 'deki Gomidas Enstitüsü'nden bastığı Mavi Kitabın eki için hazırladığı haritada direniş bölgelerini ve ölümlerin yaşandığı bölgeleri ayrı ayrı ayrıştırılmış bir şekilde görebiliyorduk. Son olarak Fransa'daki Ermeni tarihçi Reymond Kevorkian'ın çalışması tüm bu verileri toplayan, nüfus istatistikleri, direniş yerleri ve kampların yaşandığı yerlerin büyüklü küçüklü işaretlendiği bir harita artık doğudan batıya tüm rotayı ortaya çıkardı.
"ALLAH'IN EMANETİ ERMENİLER"
Ermeniler önce trenlerle bir şehirden diğerine taşındığından şu anki TCDD haritası bile bir tehcir rotası oluşturmamıza yetiyordu.
Yola çıkarken ben de bu haritalardan yararlanarak hazırladım rotamı. Bu haritalardaki büyük kırmızı noktalardan biri de Afyon'du. Afyon Birçok bölgeden tehcir edilen Ermenilerin birleşme noktasıydı. Birçok sözlü tarih çalışmasında (benim büyüklerimden dinlediklerim dahil) Afyon'da kısa bir süre durdurulan trenlerden inen bazı Ermenilerin askerlere altın vererek kaçtıkları anlatılır.
Afyon'un Ermeni mahallesi heybetli hisarın tam altı.
Ermenilerin buraya geliş tarihleri Türk tarih kaynaklarında Sultan Su¨leyman’ın (1520-1566)
Pers’ler karşı savaşı esnasında Yerevan, Nakhiçevan, Azerbeycan ve Gu¨rcistan’dan
Ermenileri Constantinopolis'e getirmesiyle anlatılıyor. O zamanın Ermeni nüfusunun 10 bin olduğu söyleniyor.
Levon Mesrop’un "Der Zor" adlı kitabındaki Hovsep Gudyan’ın 1915 hatıratında ise Ermenilerin buraya Diyarbakır’dan Selçuklular zamanında geldikleri yazılıdır. “Yerel Mevlevi Şeyh’i sanatkarların yokluğu nedeniyle Diyarbakır’dan 'Allahın bize emaneti dediği 7 Ermeni ailesini getirdi.”
1889'da Afyonda 1600'ün üzerinde Ermeni hane olduğu söylenmektedir.
Bugün ise kimsenin kalmadığını söylemeye gerek yok herhalde...
"ÇIKANLARI HARÇLIK YAPIP SİNEMAYA GİDERDİK"
Afyon'daki yapıların birçoğu kültürel varlıkları koruma listesinde. Merkezde her üç binadan birinin üstünde “Bu yapı kültür varlıkları ....” yazısı yer alıyor. Ermeni mahallesindeki konakların bir kısmı restore edilmiş ancak üzerlerinde ne bir tarih ne de bir ibare... Şehirde Ermenilerin izine rastlamak neredeyse imkansız. Gavur Hamamı'nın sonradan Millet hamamı olduğunu ve kilisenin yakınlarında olduğunu okuduğumdan, bu bilgiyi etrafa sorarak yola devam...
Ermeni ustaların 1905'te yaptığı bilinen Bedesten Çarşısı'na getiriyor yolumuz bizi. Yakınındaki Ermeni mahallesindeki evlerin mimarisi bariz bir şekilde diğerlerinden ayrılıyor. Cumbalı, ahşap yapıların her biri konak görünümünde.
Bedesten'in içerisinde sünnet kıyafetleri satan bir dükkanda Hasan amcaya denk geliyoruz. Yoldakilere Gavur hamamını sorarken “Ona sor o orada yaşıyor” demişlerdi.
Şehrin bana verdiği içe kapanıklık hissiyle doğrudan sormaya çekinip, önce Millet Hamamı'nı soruyorum:
-Yukarıda. diyor. Sonra gülümsüyor. Ben de ondan güç alarak
-Ya kilise? diyorum.
-Kalmadı, diyor. Yerini gösteriyor.
“Zaten hamam da onların. Gavur hamam derler oraya” diye eklerken bir yandan da anlatmaya başlıyor ayaküstü: “Biz küçükken kilisenin yanından sikkeler çıkardı. Onları alıp satar kendimize harçlık yapar, sinemaya giderdik. O sokağa da zaten kilise sokak derler. Ben orada oturuyorum.”
Ermeni kilisesinden geriye kalanlar...
ERMENİ MAHALLESİNDEN ÇIKAN KÜPLER MÜZEDE
Ulu camii yakınındaki Eski Ermeni Protestan Kilisesi ise yıkılarak üzerine Hasan dayının da okuduğu Namık Kemal İlköğretim Okulu yapılmış.
Onun sözüyle kiliseye tırmanıyorum. Gavur hamamını buluyorum. Restore edilmekte. Ancak üzerinde sadece hamam yazıyor. Karşısında da Meryemana Ermeni kilisesinin son kalan üç kemerini. Kilisenin taşları artık yandaki evlerin merdivenleri. Taş kesimlerinden Ermeni kilisesinin parçaları olduğu belli olan merdivenlerdeki karı temizleyip evlerin arka bahçesine tırmanıyorum. Orada da taşlar var. Sokak tarafında olmasa da evlerin arka tarafında duvar yapımı için kullanılan kilisenin yazılı taşlarından birkaçından Ermenice yazılar okunabiliyor. Ama o kadar.
Ermeni mahallesinden çıkan küpler müzede sergileniyor...
Ermeni mahallesinin ve kilisenin taşlarını merkezden 2 kilometre uzaklıktaki Arkeoloji müzesinde buluyorum. Bahçenin ücra bir köşesindeki papaz mezarları ve birkaç ünlü Ermeni zengin ailenin mezarları burada. Kilisenin haç çizilmiş bir taşı da.
Ermeni mahallesi çevresinden çıkarılan küpler de müzenin arka bahçesinde. İnsan boyu kadar olan bu küplerin zamanında sergilenmek amacıyla çıkarılmadığını biliyorum. 15 yıllık tecrübem ve sezgilerim tahminimi doğru çıkarıyor. Sokaktakilerin anlattığı, insanların Ermeniler gittikten sonra evleri, kiliseyi yıkarak aradıkları altınları bulamadıkları o küpler. Hazine avcılarının yağmaları...
Gavur hamamı...
Dönüş yolunda kapısına 1905 tarihi kazınmış ahşap bir ev görüyorum kilisenin yanında. Satılık. Arıyorum. Mevlüt açıyor kapıyı. İçeri giriyorum. 70 bin TL'ye satıyor evi. Altta bir salon, kömürlük, mutfak, üstte de 4 odası var. 1982'de rahmetli babasıyla almışlar evi ve eskisi gibi korumuşlar. Kapının girişinde hemen çeşmesi olan 1905 yapımı bu evde eskiden hangi Ermeni aile kalıyordu acaba diye içimden geçirirken kendimi aşağı mahalledeki antikacıda buluyorum.
Bedesten'in içerisinde sünnet kıyafetleri satan Hasan amca.
İyi niyetle ısmarlanan çayla birlikte dükkandaki yüzlerce kap kacak incelemeye alıyorum. Gözüme çarpan herşeyin üzeri silinmiş. Tek kalan Sarkisof imzalı demiryollarından emeklilere verilen bir köstekli saat. Gezdiğim iki antikacı da diplerindeki Ermeni mahallesinin Ermenilerin olmadığı konusunda ısrarcı. Biz binlerce yıldır buradayız: “O mahalle kilise mahallesi değil çavuş mahallesiydi” diyorlar.
Pek çok bina tescilli. Bazıları restore edilmiş...
Ama hemen kendi dükkanlarının yanındaki eski mezat yeri olan hanın bir Ermeniye ait olduğu gerçeğini de değiştirmeden söylüyorlar...
Benim gördüğüm Afyon'un kafası karışık. Yüzleşsin mi? Gizlesin mi? Bilemiyor henüz. Ama Heybetli Afyon Karahisar kalesinin dibindeki Ermeni mahallesinin izleri şimdi kentsel dönüşüm ve restorasyon adı altında silinmeye devam ediyor.
-
100. yılında sürgün yolunda - 5 : Eskişehir'in soykırımla imtihanıEskişehir'deki eski Ermeni hali.
18/04/2015
1915'te Sevk Komisyonu Başkanlığı'na getirilen Ahmet Refik'in gözlemleri İstasyon Mahallesi'nin nasıl el değiştirdiğini anlatıyor: !İstasyon civarındaki zarif Ermeni evleri bomboş. Şimdi bu¨tu¨n boşalan evler, kıymettar halıları, zarif odaları, kapanmış kapılarıyla, adeta firarilerin teşriflerine muntazır."
Bir demiryolu şehri Eskişehir. Ekonomisinin ve gelişiminin önemli bir kısmı bu sektöre bağlı. Son yüz yılda eğitim alanında da atılımlarla bir öğrenci kenti haline geldi. Üniversite okumaya gelen genç kuşak Porsuk nehrinin böldüğü bu kenti daha canlı bir hale getirdi.
Bilecik Afyon arasındaki demir yolunun kestiği bir üçgen gözüküyor demiryolu haritasında. Eskişehir. Ermenilerin sürgün yolunda da önemli bir merkez. Bilecik'ten gelen tehcir trenlerinin Eskişehir'de durdurulmasına izin verilmediği anlatılır sözlü tarih çalışmalarında.
Oysa Eskişehir tren istasyonu ve çevresindeki merkez mahallesi dahil tamamiyle bir Ermeni kentidir o dönemde.
1914 Osmanlı nüfus sayımında 140.678 Müslüman, 8.592 Ermeni ve 2.613 Rum sayılır.
İSTASYON GÖREVLİLERİNİN ÇOĞU ERMENİ VE RUM'DU
Eskişehir'e yüksek eğitim de demiryolu sayesinde gelmiştir. 1904 yılında The Times gazetesine yer alan Anadolu demiryolu ile ilgili haberde şöyle deniliyor:
“Geçtiğimiz aylarda şirket bir mu¨hendislik teknik okulu açtı. 24 öğrencisi var. 18’i Tu¨rk, 2 Ermeni, 2 Rum, 1 İtalyan, 1 Avusturyalı. Eğitim dili demiryolu şirketinin ana dili olan
Fransızca. Depolarda 140 kişi çalışmakta. Baslarında Prusya- Polonyalı bir mu¨hendis var, birkaç da Avrupalı. Atölyelere bağlı bir de yedek parça deposu var. Burası lokomotiflerin ihtiyacı olabilecek yedek parçaları barındırıyor. Bu depo çok geniş olmak zorunda ve değeri 40.000 Sterlin ve su¨rekli yenilenmekte. Bu adamlar dışında 140 kişi de istasyon görevlisi (Şoförler, Bilecik, Ankara, Konya trenlerinde görevli bekçiler) olarak çalışmakta, bunların çoğu Rum ve Ermeni. Böylelikle Eskişehir’de demiryolu nu¨fusu 500 ailenin u¨zerinde…
Eskişehir ihraç ve ithalat merkezi olarak bu¨yu¨k bir alana hizmet veriyor. 20 saatlik yolculukla mallar depolanmak u¨zere Eskişehir’e getiriliyor. Üstelik istasyon 20 Ermeni hamalı barındıran bir yatakhaneye sahip olduğu için istasyonda hamal bulmak kolay.”
O döneme ait fotoğraflardaki Ermeni mahallesi.
İşte biz Eskişehir'de Ermeni hamalların kaldığı yatakhane şu anda istasyon müdürlüğü binası. Hala hatırlayanlar var. Hamalların Ermeni olduğunu hatırlamasalar da “hamal yatakhanesi” olarak biliniyor.
Eskişehir'in Ermeni mahallesi de demiryolunun olduğu yerde kurulu. İstasyon mahallesinde bugün yapıların mimarisi hemen göze çarpıyor. Bugün bu binaların birçoğu devlet kurumlarına veya belediyeye ait işletmeler.
Ermeni mahallesindeki çarşının bugünkü hali.
İTTİHATÇILAR'IN YAKINLARINA VERİLEN ERMENİ EVLERİ
Anadolu'ya çıkan ilk gazeteci yazar Ahmet Şefik de Ermeni okullarının ve eğitim sisteminin başarısına dikkat çeker. 1909'da hu¨ku¨met yardımı olmaksızın Ermeniler tarafından açılan okulun başarılı durumu Ahmet Şerif’in dikkatini çeker ve yazılarına konu olur.
Şerif daha sonra Eskişehir'deki bir Türk okulunu bu okulla kıyaslayarak eleştirir ve durumdan duyduğu memnuniyetsizliği dile getirir. Bir kıskançlıktır belki yaşanan ama bugün bile Ermeni okullarının devletten düzgün bir destek alamamasının sebeplerinden biridir belki de Ahmet Şefik'in bu şikayetleri...
Eskişehirle ilgili elimizdeki bilgileri edindiğimiz bir başka gazeteci Ahmet Refik. 1915’te Sevk Komisyonu Başkanlığı'na getirilmiş. Refik'in kitaplarına konu olan Eskişehir'de tehcir ile ilgili gözlemleri sanırım İstasyon Mahallesi'nin nasıl el değiştirdiğini birinci ağızdan anlatıyor:
“Hazine-i Hu¨mayun çoktan Konya’ya taşınmış. İstasyon civarındaki zarif Ermeni evleri bomboş. (Ahmet Refik’in gözlemlediği dönemde Ermeni cemaatinin önemli bir bölu¨mu¨ Eskişehir İstasyonu civarında yaşamakta.) Servetiyle, ticaretiyle u¨stu¨nlu¨k gösteren bu anasır (unsurlar), hu¨ku¨metin emrine tabi olmuş, evlerini boşaltmış, Eskişehir’in yukarı mahallelerine çekilmiş. Şimdi bu¨tu¨n boşalan evler, kıymettar halıları, zarif odaları, kapanmış kapılarıyla, adeta firarilerin teşriflerine muntazır (hazır, bekliyor).”
Refik; firariler derken, İstanbul’dan Anadolu’ya kaçan İttihat Terakki yandaşlarından söz ediyor:
“Eskişehir’in en mutena en gu¨zel evleri İstasyon civarında. Bu binalar; Almanların henu¨z duvarları badanadan mahrum dışı bile kalmamış mektepleri Sultan Mehmet Reşad’a, bu¨yu¨k bir Ermeni konağı şehzadegâna (şehzadelere), Sarısu Köpru¨su¨ civarında kanarya sarısı renginde yan yana iki Ermeni evi Talat Bey’le dostu Canbolat Bey’e, içeride Ermeni mahallesinde muhteşem bir Ermeni köşku¨ Topal İsmail Hakkı’ya, İstasyona yakın oturmaya uygun bu¨tu¨n evler İttihatçıların en mu¨him ricaline (ru¨tbe ve mevki sahibi kimselere) tahsis olunmuş.”
Eski Ermeni mahallesinde gezmeye devam ediyoruz. Şimdi çoğunlukla sahaf ve kafe olan dükkanlar ve yüksek olmayan evler arasında bir adaşa rastlıyoruz... Aris Khilichian...
Kafelerin duvarlarında asılı duran Ermeni mahallesiyle ilgili kartpostallar.
AĞRI'DAN ESKİŞEHİR'E 'ARTIK' GİZLİ OLMAYAN BİR ERMENİ
Ben bu yolculuğa çıkarken “Geldiğinde beni ara mutlaka görüşelim” diyen 100lerce mektuptan biriydi Aris'inki. Tabii ki gerçek adı değildi. Kendisine bu ismi uygun görmüştü... Adaşım olduğu için Eskişehir'e iner inmez aradım. Kırmadı kalktı geldi. Birlikte Eskişehir'in Ermeni mahallesini gezdik, sahaflarda çay içip sohbet ettik. Bir yandan çekinerek bir yandan da sevinçle hikayesini dinlemek için can atıyordum.
Biliyordum o gizli kalmış Ermenilerden biri. Ama kimliğini geri kazanma mücadelesi veren her Ermeni gibi onun da kırılgan olma ihtimalini göz önünde bulundurarak dikkatli seçiyordum kelimelerimi...
Sonra kırıldık birden...
Kafede otururken “Biliyor buradakiler beni. Belirli bir aşamadan sonra söylüyorum Ermeni olduğumu” dedi. Evet, artık gizli kalmış bir Ermeni değildi...
Aris bundan birkaç yıl önce ki bu 7 yıldan fazla, Ermeni olduğunu öğreniyor. Anneannesi ve büyüklerini her boş bulduğunda sıkıştırdığında kendisine anlatılan farklı farklı hikayeler nihayetinde anneannesinin bir gün açılarak gerçeği söylemesini sağlıyor. Ağrı'da asklanılan ailelerden birinden anneannesi.
“Arada senin Gamurç'u seyrederken duyduğu Ermenice kelimeler için 'biliyorum' bunları hatırlıyorum bazılarını”diyormuş anneannesi Aris'e.
Ne mutlu bana ki bir tv programında geçen birkaç kelime Ermenice ile bir kişinin daha kimlik mücadelesinde az da olsa bir katkı-kırılma yaratabilmişim...
7 yıl önce okumak için geldiği Eskişehir'de artık yerli olmuş Aris. Arkadaşları artık onu yeni ismi ile biliyor tanıyor ve kabulleniyorlar. Birçok farklı işte çalışmış. İşçilerle tanışıklığında bir süre sonra kimliğini açıklayarak onları alıştırmış... Adım adım... Adeta bir misyoner gibi...
“Türkler ve Ermenilerin işte böyle barışçıl arabulucu insanlara” ihtiyacımız var diye düşünüyorum bir an. Kendi başından geçenleri, birçoklarımıza “zor” gelecek olayları sükunetle anlatışı dikkatimi çekiyor. Eskişehir'deki işçilerle ilişkileri ileri seviyede... İnsan biriktiriyor Aris.
Khilichian kendini Eskişehir'de kabul ettirmiş.
Eskişehir'in demiryollarını inşaa eden Ermeni ustalar, kalfalar ve mimarlar gibi o da şimdinin işçisi. Sessiz ve sakin... Ama bir o kadar da içten ve derinden demir ağlarını örmüş insanların kalplerinde... Bir durağını da benim kalbime kurdu... Bundan sonra Eskişehir'de bir adaşım var.
Ama yol vakti...
Tren bizi şimdi Konya'ya götürecek...
İstasyondaki kafede geçirdiğimiz son dakikalarda Eskişehir'de Sivrihisar Kilisesi'nin restorasyonu dışında görüp görebileceğimiz tek Ermeni izleriyle karşılaşıyoruz. Kafenin duvarındaki resimler şu anda olmayan Ermeni mahallesinin 50 yıl öncesi fotoğraflarıyla uğurluyor bizi...
---
100. yılında sürgün yolunda - 6 : Kayseri'nin Çerkez Ermenileri19/04/2015
1915'te 50 binden fazla Ermeni'nin yaşadığı ticaret kenti Kayseri'de 1965'te halen 130 aile olduğu söyleniyor. Şimdi ise birkaç kişi... Kayseri yakınlarındaki Çerkes köyünde yaşayanların 1915'te kurtardıkları Ermeniler ve köyde halen yaşayan Çerkezleşmiş Ermeniler... İşte bu çok yeni bir bilgi.
Sürgün yolu rotamızı tren yolları ve haritamızla ilerlerken Kayseri il sınırına yaklaştığımızı fark edince Parseğ Dağı (Şimdiki adı Ali) eteklerindeki en büyük Ermeni Krallığı'na bir selam vermek için iki günlük bir mola veriyoruz.
Kayseri Ermenileri 1970'lere kadar varlığını koruyan bir cemaat. BugünKayseri'de şehir merkezindeki Krikor Lusavoriç dışında aktif kilise yok.
Kayseri'nin pastırmasının ve sucuğunun temellerini de Ermeni aileler atmış. 1915'te, 50 binden fazla Ermeni'nin yaşadığı koca bir ticaret kenti olan Kayseri'de, 1965'te halen 130 aile olduğu söyleniyor. Şimdi ise birkaç kişi var.
Şehrin, Ermeni dini tarihinde önemli bir yeri var. Zamanında Orta Anadolu'nun en önemli kenti ve M.S. 250'de 400.000 nüfusu olan Kayseri, Aziz Krikor'un büyüdüğü, eğitim gördüğü ve Hıristiyanlığı kabul ettiği yer. Petrol kralı Gülbenkyan ailesi gibi ünlü birçok Ermeni ailesi var. Evleri şu andaki Konak Restoranı olarak hizmet veriyor. Restoran çalışanları gelenlere buranın eski bir Ermeni evi olduğunu anlatıyorlar ancak hangi ailenin evi olduğu belirtilmiyor...
Kayseri halkı ve köylerindekiler eski günleri konuşmaktan diğer şehirlerdeki kadar çekinmiyorlar.
Vartan köyü harabeleri.
Vartan Köyü – Vatan Köyü
İlk durağımız Kayseri'de çok fazla ziyaret edilmeyen köylerden biri. Vartan köyü. Şimdiki adı Vatan. Köyde yaşayanlar eski adını hatırlamıyor. Veya hatırlamak istemiyorlar... Ama biliyorlar. Şu anda yeni binaların bulunduğu köyün eski yerleşim yeri harabe halinde. Evler ve sokaklar kayaların içerisine oyulmuş, hayvan barınakları arasında kazılar yapılmış. Her yer delik deşik. Bu deliklerin define aramak için mi yoksa hayvanları soğuktan koruyabilmek için mi açıldığını bilmiyoruz ama kayalardaki oyukların dışında evlerdeki toprak delikler definecilerin buraya uğradığını anlatıyor bize.
Köyde birkaç hane dışında kimse yok. Camdan bize seslenen biri “Burası artık yazlık olarak kullanılıyor” diyor.
Surp Stephanos Kilisesi
Hazine kiliseyi geri almış, ama...
Vartan köyünün ardından Efkere'ye (Şimdiki Bahçeli) doğru yol alıyoruz. Ali dağı (Parseğ) sürekli konumumuzu belirlememize yardımcı oluyor.
Heybetli bir kilise bekliyor bizi orada. Kubbesi çökmüş. Arka duvarını dağa dayamış kilisenin ön kapısının üstündeki Ermenice “E” harfinden anlıyoruz Ermeni kilisesi olduğunu. Arkasından dolaşıyoruz. Kubbesinin olduğu yerden içerinin fotoğraflarını çekip aşağıya indiğimizde eski kapının yerinde demir doğrama bir kapak olduğunu fark ediyoruz. Yeni kilidin üzerinde de bir anahtar duruyor. İçeriye girebileceğiz hevesiyle kilidi çeviriyorum...
Açılmıyor. Çıkarıp takıyorum, yok... Hayal kırıklığı... Yandaki evden öğreniyorum, köyün çocukları oyun oynamak için takmışlar. Anlaşılan şakaya bir ben kandım.
Kilisenin etrafında birilerini buluruz da açarlar belki diye dolanıyoruz. Bizi uzaktan izleyen bir çocuğa annesini soruyorum, çağırıyor. Ona kiliseyi soruyorum. Evin içine dönüp “Anne gel de anlat ne oldu kiliseye diye” sesleniyor.
Tavlusun Manastırı.
Yemeğini ocakta bırakıp gelen teyze “Hazine gelip geri aldı kiliseyi, kapıya da kilit taktı. Anahtarı da onlara gönderildi” diyor. İçeride eskiden bir akrabaları yaşıyormuş ama sonra “birileri yazmış, onlar da gelip kapattılar” diyor. Belli ki memnuniyetsiz bu olaydan. Akrabası evini kaybetmiş sonucunda.
Sözleri arasında “içeride kazmışlar, talan olmuş” diyor.
Define aranmış belli ki. Şimdi ise boş ve atıl. Kapı deliğinden gördüğüm kadarıyla içerisi çöplük niyetine de kullanılmış bir dönem. Hazine köylülerin elinden almış almasına ama ne bir işaret ne bir levha ne de bir restorasyon çalışmasına başlama isteğinin izine rastlamıyoruz köyde...
Biz sohbete devam ederken “yemeğim yanacak” deyip içeri giriyor. Tekrar çıkmamak üzere...
Tavlusun Surp Toros Kilisesi
Köpeği derisinden ayıran makineli Ermeniler!
Dersiyak-Kayabağ köyündeyiz. Köy meydanından içlere doğru sanki Diyarbakır'ın gavur mahallesinde yürüyormuş gibi hissediyorum. Dar yollar, ilginç cumbalı evler... Yolumuzun sonunda bizi damın tepesinde bekleyen bir teyze var. Konuşmak istiyor belli.
Kilise nerede diye soruyoruz. Karşı taraftaki Rum kilisesini gösteriyor. Burada Rumların yaşadığını annesinin kendisine onlarla iyi komşulukları olduğunu anlatıyor: “Bazen ellerinde kağıtlarla gelirler burayı sorarlar. Ama annem derdi gidenler çok daha iyi komşulardı. Korkarlardı. Erkekleri evde olmazmış çoğunlukla, akşam oldu mu evlerine çekilir, çıkmazlarmış. Ama köy halkı sahiplenirdi onları.”
Ermenilerle ilgili anılar ise dehşet verici olaylar içeriyor. Mahallede sadece birkaç ailenin olduğunu söylese de anlattıklarından, sayının daha çok olduğunu tahmin ettiriyor bize: “Bir makine getirmişler Ermeniler. Köyden birileri gitmiş görmüş. Aşağı tarafa getirdikleri makine köpekleri derisinden ayırırmış. Oraya atacaklarmış insanları. Şimdi her yıl 15 Nisan'da mıdır nedir? Bir şeyler yapıyorlar. Niye çıkarıyorlar bunları ortaya. Sanki kendileri yapmamış. Durup dururken olmamış hiçbir şey. Onlar yapınca olmuş.”
Cumhuriyet'in inkâr üzerine kurulu milli eğitim politikalarının en yaşlı nesillerde bile ne denli etkili izler bıraktığını bu konuşmadan anlayıp, Dersiyak'ın ara sokaklarında kayboluyoruz...
Dersiyak'ta bir Rum evi.
Tavlusun Köyü Eğitim ve Yardım Derneği
Kayseri'de anlatacak görecek daha çok yer var. Biz son durağımız olarak Tavlusun yamaçlarındaki Surp Toros Kilisesi'ni seçiyoruz. Yolumuzu sorduğumuz çoban hemen “Evet evet. Ermeni, Rum yan yanalar” diyor. Ermeni kalmış mıdır sorumuza az biraz gülümsemeyle “Yok gitmişler” cevabını alıyoruz.
Tavlusun Köyü'nün şimdiki adı Aydınlar. Köy girişinde Rum kilisesi karşılıyor bizi. Bahçesi definecilerin talanına uğramış. Papaz mezarı olabilceğini tahmin ettiğimiz bir yerde insan kemikleri görüyoruz. Yanımdaki kadim dostum kemiğin ortalıkta kalmasına içi elvermiyor toprağı eşeleyip içine gömüyor. İki koca manastır yan yana. Rum Kilisesi'nin hemen yanında Surp Toros Ermeni Kilisesi var. Kilisenin kapısında ise Tavlusun Köyü Eğitim ve Yardımlaşma Derneği'nin astığı bir levha var. Kayseri'de merkezdeki Krikor Lusavoriç Kilisesi dışında Ermenilerle ilgili izlerin gizlenmediği ve hatta sergilendiği tek mekan burası. Köy derneğini akışlamak ve hatta destek olmak gerek.
Surp Toros'taki duvar resimleri büyük oranda zarar görmüş. Birkaç okunabilecen tavan yazısı dışında geriye taş ve harabe kalıyor. Dua yerinin sağ tarafındaki mumluk bölümü ise derin bir çukur halinde. Defineciler burayı da es geçmemiş.
Çerkezleşmiş Ermeniler
Kayseri'de gezilecek, keşfedilecek daha çok rota var. Sırlamakla bitmez. Ama şehir merkezinde Gubate adlı bir Çerkez kahvaltı salonundaki sohbetler benim ve benim gibi birçok Ermeni için yeni bir kapı araladı. Kayseri yakınlarındaki Çerkez köyünde yaşayanların 1915'te kurtardıkları Ermeniler ve köyde halen yaşayan Çerkezleşmiş Ermeniler... İşte bu çok yeni bir bilgi. Eminim soykırım konusunu çalışan tarihçilerin bile birçoğunun yeni duyacağı bir hikaye...
Bir sonraki ziyaretimi bu köyde geçirmek üzere söz alıp Kayseri'den ayrılıyorum. Ardımda birçok hikaye, sırtımda koca bir heybe ile...
---
100. yılında sürgün yolunda - 7 : Konya'da tehcire karşı Mevlevi tavrı20/04/2015
Ermenilerin tehcir kararına şehirde en fazla muhalefet Mevlevilerden geldi. Hem inançlarına, hem de insanlıklarına ters gelmişti yapılanlar. Önde gelen tarikat mensupları da Konya'dan sürüldü. Birçok Ermeni sözlü anlatımlarında Konya'daki Mevlevileri katı dindar olarak tanımlar ancak soykırım sürecinde kendilerine yardımlarını da mutlaka anımsatır.
Mevlana şehri Konya'dayız...
Son dönemde Suriye'den aldığı göçle birlikte şehrin düşük maaşlı çalışanlarının %80'i Suriye'den gelen göçmenler olmuş. Çoğu kaçak olarak taşeron şirketlerde çalışıyor. Bu da aslında devlet kontratlı ihalelerde çalışanların arasında Suriye'den gelenleri görmemizi sağlıyor. Kentin raylı sistemlerini döşeyen taşeron şirketin çalışanlarının büyük kısmı Suriyeli.
Hoşgörü şehri Konya şimdi Suriye'den kaçan savaş mağdurlarına kapılarını açmış. Ancak şehirde Ermeni mimarisinden eser yok. Ünlü Ermeni konaklarından birçoğu Milli Emlak'a, Hazine'ye veya Vakıflar Müdürlüğü'ne verilmiş. Bugünkü Numune Hastanesi de 1915 yılında Ermeni bir ailenin evinin üzerine inşaa edilmiş.
Dindar ve katı bir mizaca sahip Başbakan Davutoğlu'nun memleketi. Ermenilerin varlığı ile ilgili birkaç soru sorduğumuzda insanlar ters bakmaya başlıyor.
Ermeni mahallesi bugünkü Aleaddin tepesinde.
Bugün şehrin merkezi olan bu mahallede sokak aralarında geziniyoruz. Karşımıza çıkan bir bina dikkatimizi çekiyor. İl Kültür Müdürlüğü yazan binanın kapı ve pencereleri bölgenin Ermeni mimarisine uygun. Ancak yazıt olabilecek tüm taşların üstü kazınmış veya boyanmış. Sıva da bu bölgedeki birçok konağın taşlarının üstünü kapatmakta oldukça başarılı bir iş çıkarmış. Her şeyi kapatsalar da kapının üstündeki Türk bayrağının altında ufacık bir metal tabaka kalmış. O tabakanın paslarının arasından Ermenice birkaç harf okunabiliyor ancak.
Kaynaklarda 5 bine yakın Ermeni 6 bine yakın Rum'un yaşadığı söyleniyor. Ermeni kilisesinin yerinde şimdi orduevi var.
Mahalledeki eski bir terzi buranın Ermeni okulu olduğunu söylüyor. Yapı daha çok bir konağı andırsa da hemen yan tarafındaki taş yapı Ermeni okulu olabilecek nitelikte.
Ne yazık ki arşivlerde Konya Ermenilerinin okuları ile ilgili eski bir fotoğraf kalmadığından bir karşılaştırma yapamıyorum. Ancak eski bir fotoğraf restore edilen bu binalardan birinin önünde çekildiği hissi veriyor. Bir Sahakyan Okulu mezunlarının 1914'teki fotoğrafına bir binaya bakıp uzun uzun düşüncelere dalıyorum...
BİR KURTARICI: VALİ CELAL BEY
Konya, Batı Anadolu'dan sürgüne gönderilen Ermenilerin ilk durağıydı. Burada toplanan Ermeniler, Der-Zor'a doğru yola çıkartılıyordu. O dönemde hem Celal Bey, hem de Konya halkı aç susuz yollarda olan sürgünlere yiyecek, içecek yardımında bulundu.
Celal Bey daha önce Halep valiliği yapmıştı. O yüzden Suriye çöllerini iyi biliyor, sürgünlerin başına neler geleceğini az çok kestirebiliyordu. Bu yüzden sürgün kararı kendisine ulaştığında hiç tereddüt etmedi ve bu kararı uygulamadı. Konya Ermenileri en azından bir süre için güvendeydi. Sevk edilmek üzere Konya'ya gelenleri de çevre ilçe ve köylere dağıttı. Böylece şehir merkezinde dikkat çekecek bir kalabalık birikmemiş oluyordu. Ancak Celal Bey'in tavrı kısa sürede dikkat çekti ve Ekim 1915'te görevinden alındı ve Birinci Dünya Savaşı'nın bitimine kadar da devlet görevi alamadı. Fransızların isteği üzerine Adana valiliğine tayin edildi. Sonrasında da Kuvayı Milliye hareketine katıldı.
MEVLEVİLER VE SOYKIRIM
Konya aynı zamanda Mevlevilerin de merkezi. 1915'te Konya'da oldukça güçlüydüler. Ermenilerin tehcir kararına şehirde en fazla muhalefet Mevlevilerden geldi. Hem inançlarına, hem de insanlıklarına ters gelmişti yapılanlar. Bu yüzden Vali Celal Bey'in en önemli yardımcıları Mevlevi şeyhleri oldu. Celal Bey'in görevden alınmasının ardından önde gelen tarikat mensupları da Konya'dan sürüldü. Birçok Ermeni sözlü anlatımlarında Konya'daki Mevlevileri katı dindar olarak tanımlar ancak soykırım sürecinde kendilerine yardımlarını da mutlaka anımsatır.
Şu an Konya'daki varlıkları ve güçleri ne kadar bilemiyorum ama ben de bu yazı dizisi için çatkapı girdiğim birkaç kurumda Ermenilerle ilgili konuyu açtığımda halktan daha rahat bir şekilde kendilerini ifade ettiklerine tanıklık ediyorum.
Vali Celal Bey'in ve dönemin Mevlevilerinin Ermenilere yardım etmesinin Konyalılar tarafından bilinmesi bu kondaki yüzleşmenin daha kolay olmasına yol açıyor olsa gerek. Ancak yine de isimlerini ve resimlerini yayınlamama izin vermiyorlar. Ne kadar açık fikirli olsalar da “mahalle baskısı” samimiyete galip geliyor.
6 KİŞİLİK MEZAR VE ÖZARARATLAR
Gittiğim her yerde bir süre sonra şehirde veya köyde Ermeni kalıp kalmadığını soruyorum. Bazen ters tepiyor ve bu konu açıldıktan sonra insanlar konuşmak istemiyorlar, bazen de muhabbet daha da açılıp saçılıyor. Konya muhabbetin derinleştiği yerlerden biri değil. Son kalan Ermenilerle ilgili de muallak hikayeler anlatılıyor. Özararat Konya'da en ünlü Ermeni aile. Bunda Samson Özararat'ın Türkiye-Ermenistan ilişkileri için sarf ettiği çabaların payı büyük. Samson bey, Ermenistan bağımsızlığını kazandıktan sonra, Alparslan Türkeş'i Ermenistan'a göten ve ülkenin ilk devlet başkanı Levon Ter-Petrosyan ile görüştüren kişi. Sonrasında ikili ilişkilerle ilgili adı sık sık gündeme geldi. Krikor Özararat, 2006 yılında vefat etmiş. Ankaralı eşi Aznif hanım o tarihten sonra kızkardeşinin yanına taşınmış ve bölyelikle Konya'nın son Ermenisi de şehirden ayrılmış.
Krikor Özararat ve diğer Konyalı aileler şimdi şehir meydanındaki küçük Ermeni mezarlığında yatıyor. Toplasanız 10 mezar ya var ya yok. Eskiden 5 bin nüfuslu bir kent olduğunu düşünürsek buradaki mezarlığın çok daha büyük olduğunu ve bu arsalarında da yine “milli” kurumlara vakf edildiğini tahmin etmek çok da zor değil.
AKŞEHİR ERMENİ KİLİSESİ
Konya'daki ayaktaki yapılar Akşehir Ilçesi’ne bağlı Çimenli Mahallesi'nde. Değirmen Sokak’ta (Kevser Caddesi) yer alan Aziz Meryem Ana Ermeni Kilisesi, 1870 yılı yapımı olan ve aynı bahçeyi paylaşan papaz evi (günümüzde Gazi Mustafa Kemal İlköğretim Okulu), Gavur Hamamı cemaatinden mahrum olarak varlıklarını sürdürüyorlar.
Efsane mi? Gerçek mi? Ekmekçi HaykKonya'da hatırlanan bir diğer hikaye ise Ekmekçi Hayk'ın hikayesi. Birçok yerel gazete ve dergide de yayınlanan bu hikaye hep yerelde kalmış o yüzden ben de sizinle paylaşmak istiyorum.
Ekmekçi Hayk iyi bir fırıncı, hiçbir zaman veresiye defterine Müslüman ahaliden veresiye yazmadığı ve “Müslüman haram yemez, onlara güveniyorum” dediği anlatılıyor.
Hayk Konya halkının muhalefetine rağmen tehcire gönderilir. Kendisine büyük bir uğurlama töreni yapıldığı ve sonrasında Beyrut'a gittiği ancak yapamayıp geri geldiği anlatılıyor. Ancak bu ara kayıp. Nasıl kurtuldu? Nerelerden geçti? Akrabalarına ne oldu? Tek başına mı tehcir edildi? Bu konuda konuşan, yazan veya anlatan yok.
Tarih yazımının en büyük sorunsalı bu olsa gerek. Herkes istediğini hatırlıyor. Konyalı da öyle...
Memleket Gazetesi'nde yazan Hilal Seyhan şu cümlelerle anlatıyor Haykla tanışmasını:
”Çocukluk yıllarımda at arabasının arkasında kar kış demeden Konya'nın dar sokaklarında ekmek dağıtırken tanımıştım. Sokak aralarında arkasından koşan çocuklara asla kızmaz hafifçe gülümserdi. Şemsi Tebrizi Türbesi'nin karşısında kafalı apartmanının bodrum katında bir dairede eşiyle birlikte yaşayan Ekmekçi Hayk son günlerinde yakalanmış olduğu prostat
kanseriyle mücadele etmekteydi. Ev sahibi aile dostumuz ve uzaktan akrabamız olan rahmetli avukat Ahmet Tevfik kafalı ve eşi Hikmet hanım ekmekçi Hayk’ın son dönemlerinde evlerinin kapılarını açmış kira almaksızın evlerinde barındırmışlardır...”
ÖLMEDEN ÖNCE MÜSLÜMAN OLAN ERMENİLER
Yine Seyhan'ın anlatılarından öğreniyoruz ki Ekmekçi Hayk ölmeden önce Müslüman olmuş.
“Hayata gözlerini yummadan bir isteği vardı Müslüman olmak. Ancak bir problem vardı ve katıksız bir Hıristiyan olan eşi Yeranuhi’nin haberi olsun istemiyor ondan çekiniyordu..Ev sahibi aile dostumuz ve uzaktan akrabamız olan rahmetli Ahmet Tevfik kafalı ve eşi Hikmet hanım teyze Ekmekçi Hayık’ın son isteğini yerine getirmekte kararlıydılar.İşte beni ilaçlara bakma bahanesiyle eve davet ettiler,kapıyı çaldığımızda Yeranuhi kaygılı gözlerle bizleri süzdü Hikmet hanım teyze beni tanıştırarak Eczacı olduğumu Hayk’ın tedavide kullandığı bütün ilaçlarını yan odadan getirmesini isteyerek Hayk’ın eşi Yeranuhi hanımı odadan uzaklaştırdı. Hayk’ın yanına yaklaşarak kendisine Müslüman olmasına yardımcı ve şahitlik yapacağımızı söyledi. Ancak acele etmeliydik, her an Yeranuhi hanım odaya girebilirdi ve Hayk’ın hastalığı oldukça ilerlemiş olmasından dolayı bir daha bu fırsatı bulamıyabilirdik.Kelime-i şahadet getirirken Hayk’ın yüzündeki ifadeyi ve gözlerindeki ışığı unutamıyorum. Yerahuni ise telaşla odaya girdiğinde Ekmekçi Hayk çoktan Müslüman olmuştu. Çok güzel İngilizce bilen ve İngiltere’ye iki sefer giden Ekmekçi Hayk’ın koyu bir Hıristiyan olan eşi Yeranuhi Buğdaycı, Hayk’ın Müslüman olarak öldüğünü hiçbir zaman bilemeden son günlerini Konya Huzurevi’nde geçirmiş ve burada 1987'de hayata gözlerini yumdu.”
1980 çok kritik bir tarih. Özellikle de darbenin ardından gelen baskılarla Anadolu'daki birçok Ermeni ailenin son bir Müslümanlaşma dalgasına tabi tutulduğunu hala sözlü olarak tanıklıklardan dinleyebildiğimiz yıllar. Dolayısı ile Seyhan'ın bu anlatılarının ne kadar doğru ne kadarının ise kurmaca olduğunu tam kestiremiyoruz.
Aslına bakarsanız Ekmekçi Hayk bu hikayesiyle bir şehir efsanesi. Konya'da yerel tarih çalışanların birçoğunun dilinde bu hikaye var. Bize aktarıldığında ise “Ermeni'nin Müslüman'ı makbuldür” sözü kulağımda çınlıyor.
“Bir Ermeni kendi isteği ile Müslüman olamaz mı?”
Olur neden olmasın?
Ama neden olur sorusu halen akıllarda soru işaretidir?
Hele ki birçok Ermeni Müslüman olduktan sonra da ayrımcılığa uğramışsa...
Adana yoluna gitmeden Konya'dan bir de küçük not... Olmaz mıydı başbakanın hoşgörü memleketinde Ermeni konaklarının üzerine mimarları yazılsaydı, kilisenin olduğu yerde eskiden ne olduğu, okulların kapısında eski isimleri yazaydı. Hoşgörü kentine ufak bir hoşgörüsüzlük sitemi olsun bu da...
----
100. yılında sürgün yolunda - 8 : Adana'nın 'gizli' Ermenileri
Ermeni anaokulu.
21/04/2015
Adana'da halen birkaç Ermeni aile yaşıyor. Ancak "neneleri ermeni olan" birçok genç ile tanışıyorum kafelerde. Bu kişilerin isimlerini veremiyorum. Hatta hatıra fotoğrafı bile çekmekten çekiniyorlar. Kılıçartığı Ermeni ninelerinden dinledikleri hikayeleri anlatırken, bir yandan da diğer akrabalarının bu konuların konuşulmamasıyla ilgili katı nasihatlerinden bahsediyorlar.
Yol giderek ağırlaşıyor benim için. Önceki her şehirde karşılaştığım insanlar ve Ermenilerle ilgili anılarını paylaşmalarını istediğim insanların beden dili ve bana bindirdikleri duygusal yük giderek omuzlarımı düşürüyor.
Şu an izlediğim soykırımın sürgün rotasında sondan bir önceki duraktayım. Antep öncesinde
Adana'dayım.
Ermenilerin tarih hafızasında “katliam” kelimesiyle en çok özdeşleşen il...
1909'DAN SONRA BİLE 27 BİN ERMENİ VARDI
Osmanlı’nın Adana vilayeti, Adana, Mersin, Tarsus, Sis (Kozan), İçili (Silifke), Cebel-i Bereket ve Haçin sancaklarından oluşuyordu. Sis bölgesinde bulunan katolikosluğun yetki sınırları ise çok daha genişti ve bir ucu Mersin ve Antep gibi çevre şehirleri de kapsıyordu. Bu yüzden her kaynakta farklı bir nüfus bilgisine rastlamak mümkün.
1914 Osmanlı kayıtları 50.193, Mağakya Ormanyan'a göre 79.600, Kilikya Başpatrikliği ise 83.733 olarak belirlemiş bu vilayetteki Ermeni nüfusunu.
1909'da yaşanan katliamdan sonra ise şehirde halen 27 binin üzerinde Ermeni'nin yaşadığı belirtiliyor.
Bu rakam Adana'da Ermenileri yok etme girişimlerinin boşa çıktığının bir göstergesidir... 1915'te vurulan son darbeden sonra ise Adana'da Ermeni varlığından söz etmek oldukça zor.
Ermeniler yoğun olarak Hıdırilyas ve Tepebağ mahallelerinde toplanmışlar. Ermenilerin ana kilisesi olan Surp Asdvadzadzin Hıdır İlyas mahallesindeydi. Şehir merkezinde Surp Isdepanos adlı bir kiliseleri de bulunmaktaydı. 1901 tarihli İstanbul Ermeni Patrikhanesi Eğitim Komisyonu raporundan, Adana’da erkekler için Akaryan ve Aramyan, kızlar için Aşkhenyan mekteplerinin olduğunu, şehirdeki Katolik ve Protestan Ermenilerin de kendilerine ait kilise ve okullarının olduğunu öğrenmekteyiz.
Bu bahsettiğim yapıları aramak için sokak sokak geziniyoruz.
Tek gördüğümüz taşlar...
önce koca bir okul binası çıkıyor önüme. 1909 katliamında yanan okullardan biri bu. Hemen karşısındaki otoparkçı söylüyor: “Ermenilerden kaldı o. Ermeni okulu”.
Ermeni okulu
1909 katliamından kurtulmuş bu okul büyük ihtimalle Ermeni Protestan okulu.
Bu geziler sırasında fark ettiğim özel bir durum Protestan binalarına daha az dokunulduğu.
Okulun hemen yanına derme çatma başka bir okul yapılmış. Ancak oradan bu harabeye binaya girilebiliyor. Öğrencilerden biri beni içeri alıyor. Yan kapıdan okul binasına giriyorum.
Bu koca okul binasının içi sanki öğrenciler dün bırakmış gibi. Yandaki okul ise bu harabenin gölgesinde küçük bir prefabrik yapıyı andırıyor. Ermeni okulunu restore etmektense öğrencileri prefabrik okula mahkum etmeyi uygun görmüş milli eğitim.
Okulun ardından Bebekli Kilise'ye uğruyoruz. Katolik Kilisesi'nin girişinde Özgecan için yapılan anma duasının bir duyurusu var. 1800'lerin sonlarında yapıldığı tahmine dilen kilisenin girişindeki sütunun üzerindeki 2,5 metrelik Meryemana heykeli bebeğe benzetildiğinden buraya Bebekli Kilise deniyor. İçerideki jangoç her pazar 30-35 kişi ile ayin yaptıklarını anlatıyor. Ermeniler de buradaki ayinlere katılıyormuş.
Bebekli Kilisesi
'GİZLİ' ERMENİLERİN SAYISI 'GİZLİ' OLMAYANLARDAN FAZLA
Şu anda Adana'da birkaç Ermeni aile yaşıyor. Bunun dışında yola çıktığımdan beri benle bağlantıya geçen “neneleri ermeni olan” birçok genç ile tanışıyorum kafelerde. Ancak bu kişilerin isimlerini veremiyorum... Hatta hatıra fotoğrafı bile çekmekten çekiniyorlar. Birçoğu şimdiki Saimbeyli yani Hacın bölgesinden. Kendileri kılıçartığı Ermeni ninelerinden dinledikleri hikayeleri anlatırken bir yandan da diğer akrabalarının bu konuların konuşulmamasıyla ilgili ne kadar katı bir tavır takındıklarını anlatıyorlar.
Saimbeyliye gitmek istiyorum ancak köydeki kontağım ailelerin konuşmaktan çekindiğini haber edince vazgeçiyorum. Bir başka zamana.
Tarihi Ermeni konağı kebapçı olmuş.
ERMENİLER'DEN KALAN HARABEDE ADANA KEBABI
Ermeni mahallesinde gezerken eski konaklara bakıyorum. Hepsi yıkık dökük. Birisinin altında kaçak bir kebapçı var. Öğle yemeği molamı kendisiyle geçireyim deyip sohbete giriyoruz. “25 yıldır buradayım. Kimse gelip de bu evleri sormuyor. Belediye de bakmıyor. İlgilenmiyor. Biz de gelip kapısını açıp girdik. 25 yıldır burada çalışıyorum” diyor.
Mallara el konulması süreci anlaşılan halen yaşanmaya devam ediyor. Adana kebaplarımızı yerken içeride gezdiriyorlar beni. Kebapçının kullandığı alan dışında konağın içi tamamen yıkılmış. Eskiden salon olduğunu tahmin ettiğim bir oda şimdi tuvalet olarak kullanılıyor.
Diğer binalar ise bu kötü kaderi bile paylaşamamış. Kimse mallara el koymadığından yıkık dökük bir mahalle halinde Tepebağ... Belli birileri tamamen yıkılmasını bekliyor, ancak anlaşılan buradaki evlerin tapuları halen birilerinde. ABD'de yaşayan Ermeni bir tanıdığımla telefonda konuşuyorum, evlerini bulurum umuduyla. “Tapusu hala duruyor. Adana ve Maraş'taki”. Ancak evi bulamıyorum.
Tepebağ Mahallesi
SÜRGÜNÜN SON HALKASI SURİYELİLER
Bugün Adana'da ikinci bir sürgün yaşanıyor. Suriyeli göçmenler kentin her yanındalar. Eski Adana otogarı yenilenen binaya taşınınca eski otogar ailelere ev olmuş ancak gelen şikayetler nedeniyle sürekli baskı altındalar.
Biz Adana'dan ayrılırken otogarda gördüğümüz birkaç kişi her akşam polisin göçmenleri toplandığını ancak onların yeniden geldiğini anlatıyor memnuniyetsiz bir şekilde...
Otogardaki bir teyzenin deyimi ile Adana hala “kendine yabancıya” 100 yıl öncesi kadar sert.
Sürgün yolu bizi bu rotanın son durağı Antep'e götürüyor. Orda bizi bekleyen arkadaşlar var... 25 Nisan'da İnsan Hakları Derneği'nin düzenlediği panelde buluşmak üzere Adana ile şimdilik vedalaşıyorum...
-----
100. yılında sürgün yolunda - 9 : Ayntab'ın umut veren insanları
Kevork Çavuş'un eşinin fotoğrafının bulunduğu ev.
22/04/20
Antep, Ermenilerin tabiriyle Ayntab'da Ermeni olmayanlardan da katliam hikayelerini dinledim. Ressam Nusret, "Urfa'da Adıyaman'da çok katletmişler. Dedelerimiz anlatırdı. Öldürdük, dereye attık, o kadar çok ceset vardı ki köprü oldu karşı tarafa kadar. Kokusu 5 kilometre öteden gelirdi" diyor.
ANTEP-AYNTAB
Sürgün rotasının şimdiki Türkiye sınırlarında kalan son noktasındayım. Antep. Bizim isimle Ayntab. Önceki yazımda da demiştim. Rota ilerledikçe giderek ağırlaşıyor duygusal yükü. Antep'te artık yorgunluk basıyor. Ben tren ve trenin çalışmadığı yerlerde otobüsle ilerlerken, insanların bu yolları yürüdüğünü, duraksız ilerlediklerini düşündükçe daha da ağırlaşıyor her gittiğim kentteki hava...
Gece vardığım Ayntab'ta biraz kendime çeki düzen vermek için berber arıyorum. Ermeni mahallesinde şimdinin Kurtuluş Camii'nin altında ışığı zar zor yanan içeride usturasını kayışta bileyen bir amca oturuyor.
Traşımızı orada olalım diyoruz, hem de mahalle ile ilgili bilgi alırız.
Daha önce Ayntab'a geldiğimde restorasyonu tamamlanmış olan eski Meryemana Ermeni Kilisesi, 80'lerin cezaevi ve şimdinin Kurtuluş Camii'nde hala süren hummalı bir çalışma var. Ben berbere girerken camii altındaki dükkan sahiplerinin konuşmalarına kulak misafiri oluyorum. Kilisenin arkasında bulunan papaz evleri restore ediliyormuş şimdi de.
Berberin dediğine göre “bu mahallede restorasyon bir türlü bitmedi.”
Berberin dediğine göre de “Zaten camiiye cumadan cumaya belki bir 10 kişi geliyor”
Ayntab'ın belediyesinin 'müzeler şehri' projesi kapsamında şehrin her yeri müze kaplanmış. Bu müzelerin çoğu da eski Ermeni evleri...
HAÇI KAPATMAK İÇİN TÜRK BAYRAĞI
Şehirde güzel yüzlü, güler yüzlü insanlar karşılıyorlar beni. Her biri diğerinden değerli insanlar. Sevgili dostum tarihçi Ümit Kurt'un bana önerdiği isimlerle Ayntab'ın sokaklarındayım.
Murad Uçaner, Türkiye'deki birçok tarihçiden daha detaylı ve derin bir Ayntab bilgisine sahip. Kendi kendine öğrendiği Ermenice ile Ayntab tarihi ile ilgili kitapları tercüme eden Uçaner, bölgede edinebileceğiniz en iyi rehber.
Ermeni mahallesindeki evler otopark olmuş.
Meryemana Kilisesi'ne gidiyoruz ilk olarak. Papaz evlerinin restorasyonuna göz attıktan sonra, içeriye bakıyorum. Yıllardır bu camiide apsisten koca bir bayrak asılıdır. Arkasındaki haçı kapatmak için asılan bu bayrak restorasyon sırasında da orada duruyor. Belli ki herkesin kilise diye bildiği Kurtuluş Camii'nin kilise geçmişini konusu açılmazsa, veya haç görünmez ise unutturulabileceği düşünülüyor.
Hemen kilisenin karşısındaki Ermeni mahallesinde ise hummalı bir enileme çalışması var. Mahalledeki evlerin neredeyse hepsinin dışı sıvalarla kapatılmış. İçleri ise harabe. Kilisenin yanındaki Vartanyan mektebi ise yıkılmaya terk edilmiş.
Meryemana Kilisesi.
NAZARYANLAR...
Uçaner ile Ermeni mahallesinde gezerken ufak bir restorasyon ile bir kısmı kafe olarak kullanılan eksi bir konağa giriyoruz. “Çok beğeneceksin” diyor heyecanla... Neyi beğeneceğimi içeri girdiğimde anlıyorum. Konağın sol tarafındaki yapıya hiç dokunulmamış. Murad'ın da girişimleriyle Papirüs Kafe'nin sahipleri bu bölümü olduğu gibi korumuş. Eskiden hizmetçilerin ve çalışanların yaşadığı sanılan sağ tarafı ise şu anda kafe olarak hizmet veriyor.
Nazaryan 1700'lerde şehirdeki en zengin ve güçlü ailelerden biri. Kara Nazar olarak geçen aile reisi bu konağı 1850'de yaptırmış. İsmi Ermenice harflerle binanın birçok yerinde yazıyor. Konağın en önemli özelliği, yukarıda bahsettiğim korunan odaların duvarlarında, tavanında ve kapılarındaki Ermenilerle ilgili tarihi ve antik değer taşıyan tüm resim ve yazıların halen o günkü gibi duruyor olması. Bugüne kadar Anadolu'dan bu denli sağlam duran bir yapı daha görmemiştim açıkçası... Kara Nazar'ın konağı küçük birkaç girişimle 'müzeler kenti' hayaline bir de Ermeni konağı ekleyebilir.
Kurtuluş Camii'nde haç Türk bayrağı ile kapatılmış.
KEVORK ÇAVUŞ'UN KARISI
Sokak arasında gezerken bir ev gösteriyor Murad Uçaner, kendisinin restorasyonuna başlayıp da bitiremediği evlerden biri. Üst katında ünlü Ermeni fedai Kevork Çavuş'un karısı Heghine'nin elinde silahlarla verdiği bir pozunu nasıl bulduğunu anlatıyor. Restorasyon sırasında binada dolanan kediye de Kevork Çavuş adını koymuş.
Ermeni fedai Kevork Çavuş'un karısı Heghine.
Ayntab'ın her yerinde restorasyon var. Ermenilerin izlerine hala rastlayabiliyoruz. Antepliler de konuşmak ve yüzleşmek konusunda oldukça açık fikirliler. Bir çay molası veriyoruz. Celal Deniz ve arkadaşları da ekleniyor bize. İki çay sonra masaya eklenenlerle sohbet derinleşiyor.
'KORKUDAN UYUYAMIYORLARMIŞ'
Masanın bir köşesinde sessizce oturan ressam Nusret amca birden dile geliyor: “Urfa'da Adıyaman'da çok katletmişler. Dedelerimiz anlatırdı. Öldürdük, dereye attık, o kadar çok ceset vardı ki köprü oldu karşı tarafa kadar. Kokusu 5 kilometre öteden gelirdi.”
İttihat ve Terakki'nin kurucularından Ali Cenani'nin akrabası Haluk Soysal da sohbete katılıyor.
Ne diyeceğimi bilemiyorum. Ben hep Ermenilerden dinlemeye alışıkken bu hikayeleri şimdi Ayntab'ta karşı taraftan aynı şeyleri dinlemek, yüzleşmede gelinen noktayı gösteriyor adeta. Devam ediyor Nusret Amca “Adıyaman taraflarında, çevredeki 5 köyden toplamışlar. 'Biz size asker verelim' demişler. Topluca süngülemişler. Silah da yokmuş. Dedem anlatırdı.”
Murad Uçaner
'BİR TARAFIM HAİN DİĞER TARAFIM KURTARICI'
Ayntab'ın ileri gelen ailelerinden beri Osmanlı'dan bugüne uzanan kökleriyle Cenani'ler. Ali Cenani İttihat Terakki Cemiyeti'nin kurucu üyelerinden ve aynı zamanda Osmanlı mebusu. Atatürk'e yakınlığı ile biliniyor ve bölgede Ermenilerin tehcir edilmesi yönünde halkı kışkırtıcı propagandalarıyla meşhur. Kendisi 1924'te de Ticaret Bakanlığı yapıyor. Ali Cenani adı şimdi şehirdeki bir kültür merkezinde yaşatılıyor. Konak, Ermeni mahallesi ile Türk mahallesinin tam ortasında. Bu anlamda ilgin bir toplantıya da evsahipliği yaptığı biliniyor. Ayntep halkının Ermenilerin tehciri ile ilgili tartışmaların burada yaptığı anlatılıyor.
Vartanyan okulunun şimdiki hali.
Masamızın bir ucunda uzaktan bir akrabası oturuyor Cenani'nin. Haluk Soysal. Cenani ailesinin bir kısmının ise tehcir zamanında Ermenileri sakladığını anlatıyor: “Bir tarafım hain diğeri ise kurtarıcı olmuş” diyor acı bir gülümsemeyle. “Hatta Cenani'nin Ermeni olduğu da söylenir. Bizim konakta sonradan kazı da yapılmış altın aranmış. Cenaze töreninin Harutyun Cenaniyan diye yapıldığı söylenir”.
Önce sohbetteki kimse inanmıyor. Ayntab dönüş yolunda internetten yaptığım küçük bir araştırma Tarsus Koleji'nin kurucularından ve 1888-1893 yılları arasında yöneticilik yapan Harutyun Cenaniyan isimli birinden bahsedildiğini kolejin sayfasından öğreniyorum. Aynı kaynak bana Cenaniyan'ın Antep'li olduğunu söylüyor. Bu kadarı da tesadüf diyorum, ama bu başlı başına başka bir araştırma konusu.
Ayntab'ta bugün ayakta kalan birçok Ermeni yapısı ve kültür mirası var. Bir o kadar da sözlü tarih. Bana kısa sohbetimiz sırasında sizlere aktardığımın en az 10 katı bilgi ve anı aktaran dostlarımızı geride bırakıp Urfa yoluna düşme vakti. Ne mutlu Ayntab'a ki şehrinin geçmişini unutturmak istemeyen küçük de olsa bir topluluğa sahip
------
---
100. yılında sürgün yolunda... - 11 : Hava kurşun gibi ağır
Manastırın taşlarından okul yapılmış.
24/04/2015
1915 konusunda hafızası en taze yerlerden birisi Arapgir. Bunun en büyük nedeni ise Ermenilerin burayı geç terk etmiş olması. Veya hiç etmemiş olması. 1915'ten sonra uzun yıllar geride kalan aileler buradaki yaşamlarını sürdürmüşler. Halen İstanbul'daki önemli sayılabilecek Arapgir'li Ermeni nüfusu yaz aylarını burada geçiriyor.
Bu yazı dizisine başlarken amaç Adapazarı'ndan başlayıp Antep ve Urfa'da son rotayı tamamlayıp Der Zor'a geçebiliyorsak geçmekti. Urfa'ya vardığımda Kobani'nin güneyinde çatışmalar tekrar başladığından geçme konusundaki girişimlerimizi bir sonraki döneme bıraktık.
Muş, Adıyaman, Malatya, Harput ve Arapgir de ikinci bir rota olarak devam edecektim. Bugüne kadar size yazdıklarım yollarda yaşadıklarımın sadece 10'da biriydi. Birçok anlatılanı, hem duygusal olarak vicdanlarınızı sömürmemek adına hem de tekrarcı söylemlere düşmemek adına sizlere mümkün olduğunca az yansıttım. Düşünün o bile ağır geldi.
Bugüne kadar ben yoldayken bana gelen yüzlerce mektup gezdiğimiz topraklarda insanların ne kadar yüzleşmeye açık olduğunu kanıtladı.
Ben ise Urfa'dan sonra bir ara vermek zorunda hissettim. Kendimi bildiğim kentlerden birine, Malatya'ya attım...
PAPAZ TAŞINDAN YAKUP'UN YATIRINA...
Malatya'ya varır varmaz Venk'e gitmek artık gelenek oldu. Şehre 6 kilometre uzaklıktaki köyde Surp Krikor şapeli şimdi belediye ve kültür turizm koruma müdürlüğünün koruması altında. Bir yıldır süren restorasyonda sona yaklaşılmış. Küçücük bir şapel de olsa köydekilerin de bilgisi dahilinde 7 yıl önce varlığı dahi inkar edilen bu köy şimdi farklı bir çehreye sahip. Hemen Venk'in yanında küçük bir yatır duruyor. Köydekiler Yakup'un yatırı diyorlar oraya. Bendeki hikayesi ise farklı.
Venk Köyü'ndeki yatır.
Ermenistan'ın en büyük üçüncü şehri olan Vanadzor'un dini önderi Sebuh Çulciyan Malatya doğumlu. Yıllar sonra Ermenistan'da tanıştığımızda bana doğduğu köyü ve oradaki yatırla ilgili hikayeyi anlatmıştı. 3-4 yaşlarında hastalanan Çuliciyan'ı annesi eski bir manastır olan Surp Krikor Kilisesi’ndeki taşa yatırıyor. O gece annesi duasında oğlu eğer kurtulursa dinadamı olması yönünde teşvik edeceğini söylüyor Tanrı'ya. Çulciyan'ın o gece hastalıktan kurtulmak için yatırıldığı bu taş şimdi Venk Köyü'ndeki Hz. Yakup yatırı denen yer. Her geldiğimde ismi değişen bu yatırın şimdi adı bu.
İçeri girdiğimde duvarlarda iyileşenlerin yazdığı teşekkür mesajları var. Yeşil örtünün altında ise kilisenin “khoran” kısmında duran taş.
Hala şifa dağıtıyor demek ki.
Taşhoron Kilisesi ve okul inşaatı.
MEZARLIĞIN TAŞLARI TREN KÖPRÜSÜ OLDU
Şehir merkezine döndüğümde ziyaret etmek istediğim iki yer var. Birincisi Taşhoran Kilisesi. Malatya HAYDER Derneği'nin girişimleriyle restorasyonuna başlanan kilisede teknik sorunlar nedeniyle restorasyon yavaşlamış olsa da devam ediyor. Eskiden kilise arazisinin içinde kalan yerde ise yeni bir okul inşaatı yükseliyor. Malatya'da halen 35'e yakın Ermeni ailesi. Çoğunluğu Çavuşoğlu mahallesi civarındaki aileler her 15 günde bir Ermeni Mezarlığı'ndaki son dua yerinde toplanıyorlar. En son Paskalya ayini için toplanmışlar. Ben kaçırmış oldum. Şehirdeki Ermenilerin en büyük sorunu buradaki kilise ve okulların 1936 beyannamesi dahil hiçbir yerde vakıf olarak herhangi bir kurumlarının kaydının olmaması. Dolayısı ile her türlü restorasyon zorlukla ilerleyebiliyor. Ermeni mallarını sahiplenecek herhangi bir vakfiye ne yazık ki bulunmuyor. Malatya HAYDER'in varlığı bu yüzden çok önemli.
Arapgir Köprüsü.
Malatya'nın Ermeni Mezarlığı ilginç mezar taşlarıyla dolu. Mezarlıklar büyük beton dökme taşlardan yapılmış. Çoğunun üzerinde ise isimler Türkçe yazıyor. Mezarların kırılmasının ve açılmasının zorlaştırılması için böyle yapıldığını söylüyor görevli. Ama eskiden öyle değilmiş. Ermeni mahallesinden bir başkası “Git eski tren köprüsüne bak. O köprü bizim eski mezarlığın taşlarıyla yapıldı” diyor.
ARAPGİR
Eski tren yolundan Arapgir'e doğru yol alıyorum. Arapgir'in insanları yüzleşme konusunda gelecek vaad eden samimiyetiyle beni karşılıyor. Son Arapgirli 102 yaşındaki Varsen Oruncakçıel'in ailesinin beni tanıştırdığı Zabıta Mustafa ile Arapgir'de keşişin evini geziyoruz. Arapgir'e en tepeden bakan bu eski evin barındırdığı anılar hala taze. Bir köşede “Nazar abinin evi yukarı köyde Papken dayı ve kızkardeşi, ötede Sarkis dayının restore edeceği ev duruyor” diye sokaklarda geziyoruz Zabıta Mustafa Bulut ile.
Bu ilçenin hafızanın bu kadar taze kalmasının en büyük nedeni ise Ermenilerin burayı geç terk etmiş olması. Veya hiç etmemiş olması. 1915'ten sonra uzun yıllar geride kalan aileler buradaki yaşamlarını sürdürmüşler. Halen İstanbul'daki önemli sayılabilecek Arapgir'li Ermeni nüfusu yaz aylarını burada geçiriyor.
Köy'ün meşhur Papken dayısına gidelim diyoruz. Telefonda “Ben bağa çıkacağım bugün üzümleri sulamak gerek” diyor. 80'i geçkin Papken dayı azıcık ters de biri olduğundan bir sonraki ziyaretime bırakıyorum sohbeti.
Zabıta Mustafa ve Mikayel.
ARAPGİR MİKAYEL'E EMANET
Arapgir Ermeni mezarlığının bekçisi Mikayel. Ağabeyi şehirde marangozluk yapıyor. Ondan öğreniyoruz mezarlıkta olduğunu. Her sabah bizim arabayla 10 dakikada geldiğimiz bu yolu yürüyerek mezarlığa geliyor Mikayel. Ermeni Mimarlar derneği HAYCAR'ın mezarlıkta yaptığı yenileme çalışmaları sonrasında var olanı korumak ve ağaçlandırma işleriyle bizzat kendisi ilgilenmek için her gün yürüyor buraya. Tek tek mezarları anlatıyor. Kim kimdir diye. Kendi ailesinin son fertleri de orada yatıyor. Bir ara uzaktaki bir mezarı göstererek “Onlar yurtdışında, babalarını gömmeye bile gelmediler. Köydekilerle gömdük. Hayırsız çıktılar” diyor.
Biz mezarlıktan ayrılırken arkamdan bağırıyor: “Benim gücüm yettiğince Allah'ın bana verdiği bu görevi yerine getireceğim. Hiç yılmayacağım. Ölülerimize ben bakacağım”
BİTİRİRKEN...
Arapgir'in ardından bunca yerden yüklendiklerim ve bana hikayelerini anlatanların yükledikleri sorumluluklarla kendimi otele atıyorum. Birkaç haftadır okuduğunuz bu yazıların birçoğu ben akşamları odamda ağlarken veya karşılıklı ninelerle, dedelerle ağlaşırken çıktı.
Daha önce de dediğim gibi birçok ismi paylaşamadım sizlerle.
Onların güvenliği için.
Birçok acı hikayenin detayını ise sizin psikolojik sağlığınız için paylaşmadım.
Tüm bu anlatılanlardan bizlere kalan birçok kentte insanların yüzleşmeye hazır olduğu, hatta yüzleşmeye başladıkları oldu.
Umarım siz de bu yazıları okurken yazılara konu olanlar kadar yüzleşebilmişsinizdir...
Not: Bu yazı dizisi için bizlerden desteğini esirgemeyen Gülbenkyan Vakfı'na sonsuz teşekkürler, onlar olmasaydı olmazdı.
---------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------
-----------------------------------------------
.....
|
...
No comments:
Post a Comment